Gözden kaçırmayın
Erhan cevaplayamayınca Köksal'a sorduMHP İl Başkanlığının haftalık basın toplantısı parti binasında gerçekleştirildi
Terör örgütleriyle mücadele sonuna kadar sürdürülmeli
Türkiye’nin içte ve dışta birçok terör örgütüyle mücadele ettiğini ifade eden MHP İl Başkanı Raşit Demirel, “FETÖ, DAEŞ, PKK adı her ne olursa olsun bu alçaklarla mücadelemiz sürdürülmelidir” dedi.
Milliyetçi Hareket Partisi İl Başkanlığı’nın haftalık basın toplantısı İl Başkanı Raşit Demirel ve İl Başkan Yardımcıları Süleyman Karaca ile Mustafa Türk’ün katılımıyla gerçekleştirildi. Toplantıda konuşan İl Başkanı Demirel Türkiye’nin terörle mücadelede etkin olarak devam ettirmesi gerektiğini ifade etti.
KAHPE TERÖRİSTLER
Türkiye’nin son dönemde yaşanan terör olayları nedeniyle çok sayıda şehit verdiğine dikkat çeken Demirel, “Son günlerde Türk Milletine yaşatılan Beşiktaş ve Kayseri kahpeliği, terörle mücadelemizde stratejik çalışmalar geliştirerek yeni ve caydırıcı taktikler ortaya koymamızı gerektirmektedir.
Hükümetin bu konudaki terörle mücadelesini destekliyor, samimiyetini ve kararlılığını devam ettirmesini diliyoruz. Keşke açılım safsatası yerine bu mücadele o günlerde yapılmış olsaydı da bu kadar vatan evladının kaybedilmesine izin verilmeseydi. Eğer bu mücadele kesintisiz devam etmiş olsaydı, PKK belası ülkemizden tamamen kazınmış olacaktı.
Hatanın neresinden dönülürse kardır. Hiç olmazsa bundan sonra yanlış yapılmayacağına ve bu kalleşlere anladıkları dilden cevap verileceğine dair ümitlerimiz var. Bu konuda gerek Cumhurbaşkanından, gerekse başbakandan yüreklere su serpen açıklamalar duymaktayız.
Yerinde durarak, hainlerin eylem yapmalarını ve kan dökmelerini bekleyerek mücadele etmek, meseleyi sırf güvenlik güçlerine havale etmek pek de doğru olmasa gerek. Bugüne kadar imha edilen terörist sayısı yaklaşık olarak 30 bini aşmıştır. Terör örgütünün dağ kadrosunun 5-6 bin civarında olduğu düşünülürse, bugüne kadar terörün kökü 5 kez kazınmış olmalıydı.
Ama öyle olmadı. Bu güne kadar şu an yapıldığı gibi topyekün bir mücadele maalesef yapılmadı. Terör, açılım sürecinde toparlandı, yaralarını sardı ve fırsat bulduğu anda da başını kaldırdı. Dolayısıyle açılım süreci, bu kalleşlerin üremelerine ve çoğalmalarına sebep oldu. Meclis kürsüsünden, Türk Milletinin içini sızlatan hiç olmadıkları kadar güçlendiklerini söyleyerek meydan okumaktan geri kalmadılar.
Şimdi diyoruz ki, AKP bugüne kadar yaptıklarının tersini yapmaya devam etsin. Müzakere yerine mücadele yürütsün, taviz yerine kararlılık göstersin, güvenlik güçlerine "görmezden gelin" talimatı yerine, inlerine girme cesareti verilsin, siyasi uzantılarıyla Sevr anlaşmaları imzalamak yerine yargı önüne çıkarılsın, mülki amirlerin yetkilerini kısıtlamak yerine yeni ve daha ileri imkanlar sunulsun. Canlarını ortaya koyarak mücadele veren kahramanlarımız, devletin ve milletin yanlarında olduğunu gördüğünde, kuşkusuz gereğini yerine getirmekten asla geri kalmayacaktır.
Kısacası, biz ne olduğumuzu bilir, tarihimizi hatırlar, devlet millet kaynaşmasını sağlar ve silkinip ayağa kalkarsak, terörü de, onların ağababalarını da, BOP`un sahiplerini de önümüze katar süpürüp layık oldukları çöplüğe göndeririz” dedi.
HATA YAPMA HAKKIMIZ KALMADI
Suriye konusunda Türkiye’nin son derece dikkatli olması gerektiğini belirten Demirel, “Bir beka sorunu ile karşı karşıya kaldığımızı ülkeyi yönetenler söylüyor. Dolayısı ile artık en küçük bir ihmal, en küçük bir yanlış yapmak gibi bir hakkımız yoktur. Etrafımız kuşatılmıştır ve bu kuşatmayı yarmak zorundayız.
Suriye sınırımızın 90 kilometrelik bölümünde yürütülen ve ülkenin varlığını doğrudan ilgilendiren Fırat Kalkanı operasyonunun ivedilikle sonuca ulaştırılması ve benzer operasyonun kalan 811 kilometrelik bölgede de bir an evvel yapılması gerekmektedir. Bölgede dengeler çok hızlı değişiyor. Yeni ittifaklar, yeni kalleşlikler, yeni örgütlenmeler ortaya çıkıyor.
Dolayısı ile biran önce sonuç almak ve orada güvenli bölgeyi oluşturmak gerekiyor. Diğer taraftan Suriye sınırımızın PYD kontrolünde olması buradan her türlü belanın üzerimize yağmasına sebep oluyor. Eğer güvende olmak ve terörü bitirmek istiyorsak, önce sınırlarımızın tamamına sahip olarak bu kalleşlerin ülkemize kolayca girip çıkmalarına, hatta silah ve bomba nakletmelerine engel olmak zorundayız.
Sayın başbakandan bu yönde duyduğumuz değerlendirme bizi memnun etmiştir. Başbakanın, "Fırat Kalkanı, DAEŞ tehdidini sınırladı. Benzerini güney sınırımızda yapacağız" sözleri önemlidir. Beklentimiz, bu sözün gereğinin biran önce yapılmasıdır. Teröristlerin son kalleş saldırıları sadece hükümet için değil, Türk milleti için de bir dönüm noktası olmuştur.
FETÖ ihaneti sonrasında ortaya koyduğumuz dik duruşu ve tepkiyi, aynıyla PKK için de sergilemek ve bu hainlerin hiçbir türlü maksatlarına ulaşamayacaklarını bütün dünyaya göstermek zorundayız. Son dönemlerde ülke olarak PKK terörü konusunda bir tepkisizlik yaşıyorduk. Şehitlerimize sahip çıkmakta, güvenlik birimlerimize moral ve heyecan vermekte biraz geride kalmıştık.
Beşiktaş ve Kayseri şerrinin hayır tarafı, yeniden şehitlerimizi ve güvenlik güçlerimizi hatırlamak ve bölünmez bütünlüğümüz için silkinip ayağa kalkmamıza neden oldu. Statlarda, meydanlarda ve hayatın devam ettiği her alanda polisimize, askerimize sahip çıkılması gurur vericidir. Aynı şekilde, ülkenin her yerinden, ama özellikle de güneydoğu illerimizden gelen terörü protesto yürüyüşleri, bu ülkenin bölünmez bütünlüğe olan inancımızı iyice perçinlemiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, provokasyona gelmemektir. Zira, heyecanla yapılacak yanlışlar terör örgütünün milleti birbirine düşürme maksadına hizmet etmek olur ki, buna kimsenin hakkı yoktur. Bu ülkenin kahramanca mücadele eden güvenlik birimleri var. Kimsenin kendini devletin yerine koyma, ceza kesme gibi bir hakkı olamaz” dedi.
REJİM TARTIŞILAMAZ
Türkiye’de rejim sorunu olmadığını ifade eden Demirel, “1982 Anayasası, kabul edildiği tarihten günümüze kadar klasik parlamenter sistemden uzaklaştığı için sürekli tartışma konusu olmuş, günümüze kadar da 100’den fazla maddesi değişmiştir. 1982 Anayasası, 12 Eylül darbesini gerçekleştiren Kenan Evren’in, oluşturulan yeni sistemde Cumhurbaşkanı olmayı tercih etmesinden dolayı Cumhurbaşkanına geniş yetkilerin tanındığı ancak bu yetkilere rağmen Cumhurbaşkanı için neredeyse hiç sorumluluk öngörmeyen bir Anayasa olmuştur.
Nitekim 1982 Anayasasının en uzun ve kapsamlı maddesi, “Cumhurbaşkanının Görev ve Yetkileri”ni düzenleyen 104. maddesidir. Cumhurbaşkanına bu kadar geniş yetkiler tanıyan 1982 Anayasasında Cumhurbaşkanı için öngörülen yegâne sorumluluk ise TBMM’nin 3/4 gibi ulaşılması güç bir çoğunlukla ve sadece “vatana ihanet” suçlamasıyla Yüce Divan yargılamasıdır.
Önemle vurgulamak gerekir ki Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğu için gereken 3/4 gibi çok yüksek nisap bulunabilse bile “vatana ihanet” suçunun düzenlendiği “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”nun kaldırıldığı 12.04.1991 tarihinden itibaren, Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğunun “suç tipi” bakımından ortadan kalktığı ve böylece Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğunun imkânsız hale geldiği ileri sürülmüştür.
2007 yılından itibaren ise konu bir başka boyutuyla da tartışılmaya başlanmıştır. Zira 2007 yılındaki Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde yaşanan ve kamuoyunda “367 krizi” olarak bilinen hukuk garabeti, CHP’nin müracaatı üzerine Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararla tescillenmiş ve bunun üzerine gerçekleştirilen Anayasa Referandumu ile Cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan seçilmesi kabul edilmiştir.
Böylece geniş yetkilerine rağmen neredeyse hiç sorumluluğu bulunmayan Cumhurbaşkanlığı kurumu, “meşruiyet” açısından da orantısız olarak güçlenmiştir. Nitekim bu meşruiyet karmaşası, 2014 yılında doğrudan halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçildiği günden itibaren ortaya koyduğu siyasi tutum ve davranışları ile “fiili durum” tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Öte yandan Irak ve Suriye’de yaşanan ve yaşanması muhtemel gelişmeler ile 30 yılı aşkın süredir devam eden PKK terörüne, 15 Temmuz 2016’dan itibaren de FETÖ terörü eklenmiştir” dedi.
BAHÇELİ SORUNU GÜNDEME GETİRDİ
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin gündeme getirdiği konularda hep haklı çıktığını ifade eden Demirel, “Böylesi bir sürecin sonunda MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli, 11 Ekim 2016 tarihli Grup Toplantısında, “Konu önemlidir; çünkü sistem tartışmaları siyaseti tıkarsa rejim krizine dönüşebilecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin beka mücadelesi verdiği bugünlerde, siyasi iktidarın ve devletin en tepesinde bulunan Cumhurbaşkanın hukukla ters düşmesi geleceğimiz açısından çok mahsurlu, çok tehlikelidir” şeklindeki tarihi uyarılarıyla “Türkiye çok ciddi bir beka sorunuyla karşı karşıyadır.
İç ve dış güvenlik sorunları giderek ağırlaşmakta, vatanımızı içine alan husumet çemberi giderek daralmaktadır. Bu kuşatmayı kırmak, ülkemizin huzuruna ve güvenliğine kast eden risk ve tehditleri ortadan kaldırmak hepimizin temel önceliği olmalıdır. Milli birlik ve beraberliğin titizlikle korunması gereken bir dönemdeyiz. Kemikleşmiş önyargıları ve kısır çekişmeleri bir kenara bırakmalıyız.
Vatan ve millet sevdasıyla hareket edebilme basiretini muhakkak surette gösterebilmeliyiz. Türkiye hepimizindir, hepimizin ortak vatanıdır. Siyasi gündemde kronik çekişme ve çatışma konusu olarak duran temel sorunları bu anlayışla ele almak, ülkemizin önünü açmak ve geleceğini planlamak durumundayız. Bunların en önemlilerinden birisi de hatırı sayılır zamandır ülkemizi meşgul eden yeni Anayasa kapsamında derinleşen hükümet sistemi tartışmalarıdır” diyerek kimsenin, yaklaşan tehlikenin farkında olmadığı kritik bir dönemde bir kez daha erken uyarı görevini yerine getirmiş ve konunun hayati önemine dikkat çekmiştir.
Bunun üzerine “hükümet sistemi” odaklı “Yeni Anayasa” tartışmalarının “zamansız” ve “anlamsız” olarak yeniden başlatıldığı iddia edilse de esasen bu tartışmalar pek de “yeni” değildir. Burada önemle hatırlatmak gerekir ki aslında bu tartışmalar, 2011 yılından itibaren neredeyse kesintisiz olarak sürdürülegelmiştir. Öyle ki bu tartışmalar, TBMM 24. Dönem Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda “en vahim” haliyle yaşanmış ve o dönemde sadece “hükümet sistemi” değil, Anayasanın “en tartışılamaz” hükümleri, tartışma konusu edilmiştir.
Bu kapsamda;Anayasanın hangi maddesinde “Türk” ibaresi varsa kaldırılması önerilerek “Anayasanın, Türk Anayasası olup olmadığı” tartışılmıştır.
· Türk Anayasasının değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk 4 maddesi tartışılmıştır.
· Türk Anayasasının ilk 4 maddesinin odağında yer alan “Milli Devlet” ve “Üniter Devlet” ilkeleri tartışılmıştır.
· “Milli Devlet” ve “Üniter Devlet” ilkelerinin Anayasadaki en önemli yansımaları olan;
o Anayasanın 42. maddesindeki “Türkçe’den başka hiçbir dil, eğitim öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez” hükmü tartışılmıştır.
o Anayasanın “Türk Vatandaşlığı”nı düzenleyen 66. maddesi tartışılmıştır.
o Anayasanın “yerel yönetimlerin özerkliği”ni yasaklayan “Mahalli İdareler” başlıklı 127. maddesi tartışılmıştır.
Bu çerçevede her şeyden önemlisi AKP ve BDP, Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğine ilişkin 4. Maddesinin kaldırılmasını önermiştir. Ayrıca hem AKP hem CHP hem de BDP, değiştirilemez nitelikli 2. maddenin de değiştirilmesini önermiştir. Yine değiştirilemez nitelikli 3. maddenin değiştirilmesi BDP tarafından önerilmiştir.
Buna ek olarak AKP ve CHP, BDP’nin 42. madde çerçevesinde “anadilde eğitim” konusundaki “bölücü teklifleri” karşısında sessiz kalarak adeta vaziyeti idare eden bir siyaset tarzı takip etmişlerdir. Anayasanın “Türk Vatandaşlığı”nı düzenleyen 66. Maddesi bağlamında ise AKP, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” kavramını, BDP “Türkiye vatandaşlığı” kavramını, CHP ise çelişkili bir şekilde hem “Vatandaşlık” hem de “Türk vatandaşlığı” kavramlarına yer vermiştir.
127. madde çerçevesinde ise BDP, “yerel özerklik/federasyon”a ilişkin teklifler sunmuştur. Diğer yandan komisyon çalışmalarına paralel olarak AKP ile BDP arasında “çözüm” adı altında yürütülen “ihanet” sürecinde “Başkanlık – özerklik/federasyon” ve “Başkanlık - anadilde eğitim/savunma” pazarlıkları hissedilir bir boyutta gerçekleşmiştir” dedi.
MHP TÜRKİYE İÇİN VAR
MHP’nin bugüne kadar hep Türk Milleti’nin yanında yer aldığını ifade eden Demirel, “11 Ekim 2016 tarihinden sonra ise MHP’nin yıllardır sürdürdüğü haklı ve kararlı duruşu sayesinde yukarıda sıralanan “en tartışılmaz” konular değil, sadece “netleştirilmesi” artık kaçınılmaz hale gelmiş olan “hükümet sistemi” eksenli bir süreç başlamıştır.
Bu süreç dâhilinde AKP tarafından 11 Kasım 2016 tarihinde, “Sisteme İlişkin Asgari Değişiklikler”e dair 12 maddelik teklif metni Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanlığı’na sunulmuştur. Söz konusu öneriler Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’nin tensipleriyle Merkez Yönetim Kurulu Üyesi ve Afyonkarahisar Milletvekilimiz sayın Mehmet Parsak, Merkez Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Başkan Başdanışmanı sayın Oğuz TURHAN ile Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyelerinden Sayın Dr. Alper Çağrı Yılmaz’dan oluşan çalışma grubu tarafından incelenmiştir.
Yapılan değerlendirmelerde, TBMM 24. Dönem Anayasa Uzlaşma Komisyonu çalışmaları ile 12 Ağustos – 23 Eylül 2016 tarihleri arasında AKP, CHP ve partimizin iştirakiyle yürütülen mini Anayasa Değişikliği Paketi de dikkate alınarak kesif bir çalışma yürütülmüştür. 15 Kasım – 10 Aralık 2016 tarihleri arasında MHP tarafından görevlendirilen sayın Mehmet Parsak ile AKP tarafından görevlendirilen sayın Abdulhamit Gül arasında yürütülen müzakereler sonucunda; Anayasanın 18 maddesinin değiştirilmesinin yanı sıra, bu değişikliklerden kaynaklanan muhtelif maddelerde uyum değişikliği yapılması ile geçici madde ve yürürlük maddesi olmak üzere toplam 21 maddelik nihai teklif metni, 10 Aralık 2016 tarihinde AKP’li 316 Milletvekilinin imzasıyla TBMM Başkanlığı’na sunulmuştur.
Önemle vurgulamak gerekir ki Milliyetçi Hareket Partisi, yarım asra yaklaşan tarihinin her döneminde olduğu gibi bu süreçte de “önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” ilkesi doğrultusunda, “seyirci kalan” değil “inisiyatif alan”, “ideal-imkan dengesi”ni gözeten, “makul”, “etkili” ve “kritik” bir siyasi tutum sergilemiştir” dedi.
Yorumlar
Yorum Yap