Raziye Celep

Tarih: 12.07.2020 14:22

Bir Bulut Olsam

Facebook Twitter Linked-in

??Tuhaf insanlar mıyız biz? Belki de asıl tuhaf olanlar sınırlarını zorlamayı göze alamayanlardır.

 

Bu sınırların ötesinde başka ülkelerin bulunabileceğini düşünemeyenlerdir. Biz de böyle yaşayacağız işte. Yaşayabileceğimiz kadar. Yaşayabildiklerimiz mi yolumuza çizecek, yolumuz mu yaşadıklarımıza yön verecek, bilemiyorum artık???    Mario Levi / Bu Oyunda Gitmek Vardı.

 

Geleceğe yönelik kaygılarımızı ve geçmişe gömülü korkularımızı ayaklarımıza zincirlemişiz, yetmezmiş gibi bir de zincirin ucuna demir toplar eklemişiz. Adımlarımıza taktığımız prangalar sayesinde bırakın koşmayı doğru dürüst yol alamamışız. Yol uzun, adım atmaksa ızdırap verir olmuş.

 

Oysa çoğumuz bazen koşmak ister, koşarak uzaklaşmak. Kimsenin kendisinin bile bilmediği diyarlara. Kim bilir belki de bir kaçıştır bu. Kimden ya da nereden dersin? Yaşadığın şehir, ülke belki de coğrafya mıdır terk etmek istediğin? Belki bir sevgili belki de bir geçmiş ya da bir ömür müdür arkanda bırakmak istediğin? Belki de hepsi ya da hiçbiri. Sadece tek bir şey. Kendin. Sana yük gelen, acı veren her şey sende saklı. Kabul etsen de etmesen de. Etmezsem n?olur peki dediğini duyar gibiyim? Sadece ertelersin.

 

Ama yadsınamaz bir gerçek de var ki yılların aktığı, zamanınsa tükendiği. Erteleyecek ne kadar zamanımız var? Cevabını kimsenin veremeyeceği bir soru ise bu ertelemek ne kadar doğru. Üstelik var olan şeyleri yok etmez ki. Evet kabul ediyorum. Unutmaya çalışmak, belki unutmak bir süreliğine ya da yok saymanın, görmezden gelmenin vereceği o rahatlama haliyle gelen o tatlı huzurun verdiği his, çektiğin acıdan çok daha leziz. Ama bu durum oyun oynarken yaraladığı bacağının acısına dayanamayıp, acısını unutmak için uyumak isteyen bir çocuğun halinden farksız. Ya da öğlen sıcağında bir söğüt gölgesine uzanıp, şekerleme yapmak gibi. Keyifli ve dinlendirici. Ama sonsuza kadar uyuyamazsın değil mi? Uyandığında o bacak yine acıyacak.

 

Unuttuğunu sandığın, halı altına süpürdüğün ne kadar pislik varsa bir zaman sonra yine çıkacak su üstüne. Evrende ki hiçbir şeyin kaybolmadığı gibi kaçmaya çalıştığımız şeyler de kaybolmayacak kendiliğinden. Aslında kaçmaya çalıştığımız da yine kendi benliklerimiz değil mi? Rahatsızlık duyduğumuz özellikler, hisler, duygular ve fikirlerde bizim değil mi bizimle beraber değil mi? Peki kendinden kaçabilen olmuş mu hiç? Her gittiği yere taşımayan duygularını, kalp kırgınlıklarını, sevdasını, öfkesini, çaresizliğini? Sanmam. Ama herkesin kendi şeytanlarıyla başa çıkmanın yollarını aradığını söyleyebilirim. Sadece mesele kendinizi ve hakikatinizi arama mücadelenizi nasıl yaptığınızla ilgili.

 

Bazen ben de yapıyorum çoğunuz gibi. Koşarak uzaklaşmak istiyorum. Sonra diyorum ki; Şimdi bir dağın tepesinde olmak vardı. Öyle bir dağ olsun ki bu dağ benim taşımakta zorlandıklarımdan, dertlerimden daha büyük, daha heybetli olsun. Tepesi bulutları delsin. Ayaklarımın altında kalsın pamuktan bulutlar. Ve ben derin bir nefes çekeyim ciğerlerime. Sonra vücudumda dolaşsın o nefes tüm hücrelerime dolsun. Tazelensin bedenim, ruhum, düşüncelerim. Sonra bir nefeste ben vereyim atmosfere.

 

Şöyle kocaman derinden bir hoh diyeyim ve ne varsa içimde tuttuğum, görmekten, söylemekten sakındığım uçup karışıversin gökyüzüne. Bu kadar da kolay, sessiz ve de zahmetsiz olsun. İçimde büyüttüklerimi bırakabilmek. Onlarla yüzleşmek bazen de kabul etmek olduğu gibi. O kocaman dağda küçücük bir zerre olan benim dertlerim de o kadar büyük, önemli ve çaresiz olmasa gerek. Tüm bunlardan sonra berraklaşsa zihnim, kırsam ayaklarıma taktığım prangaları hafiflesem.

 

Öyle hafiflesem öyle hafiflesem ki uçsam gökyüzüne bulutlara karışsam. Ve ben de bir bulut olsam. Seyretsem yeryüzünü. Bir yılan gibi vadiyi ikiye bölen dereyi, etrafında minik birer ot gibi kalan ağaçları, sarı başak tarlalarını ve karıncadan ayırt edemediğim toprakla harmanlanan insanları. Sonra kızgın güneşin altında kalmış kimine gölge olsam, bulutumla ferahlasa. Kiminin çorak topraklarına bıraksam yağmurlarımı sonra mis gibi toprak koksa ortalık. Belli mi olur belki bir aşığı ıslatır yağmurlarım belki de oluşan çamur çukurlarında oynayan çocukların neşeli kahkahalarına karışır damlalarım. Ben böyle neşeyle yağarken yeryüzüne istemeden de olsa keyfini kaçırdığım birileri de olabilir tabi.

 

Hazırlıksız yakalanmış bak biri kaldırımda yürüyor. Bulamamış üstelik kendine ne bir kuytu ne bir çatı altı. Hah bir de yetmezmiş gibi boydan boya yıkandı yoldan geçen bir arabanın sıçrattığı suyla. Bak şimdi de öfkelendi adam, başladı saydırmaya. Şimdi isyan karıştı damlalarıma, eh biraz da küfür. Oysa ben miyim şimdi tek suçlu burada? Neyse ki uzun sürmedi, dindi yağmur. Güneş sıyırdı bulutları eliyle, açıldı gökyüzü. Doladı rengarenk kuşağını. Nasıl da güzel. Kaldır bak başını. Her zaman karanlık, bulutlu ya da yağmurlu değil ya gökyüzü. Güneş hep doğuyor, bölerek karanlığı. Ne gece saklar sabahı ne de kış baharı. Yeter ki umudumuzu ve cesaretimizi kaybetmeyelim biz. İnanalım kendimize, yapabileceklerimize.

 

İsteyelim gerçekten isteyelim ve harekete geçelim. Her şey mümkün, sınırsa senin kafanın içinde. Sıyrıl şimdi sana dayatılan kalıplardan, önyargılardan, üstüne biçilen giysilerden. Sen ne giymek istersen onu giy üstüne. Kim olmak istersen o ol. Varsın hayalperest desinler, tuhaf desinler ya da deli. Zaten o tuhaflar şekillendirmiyor mu ki geleceği?       


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —