Masallar eğitici öğretici olduğu kadar ilham vericidir. Dinleyiciye hayaller kurdurur, motive eder, şaşırtarak hayal gücünü besler. Hikaye masal anlatıcılığının tarihi de insanlık tarihi kadar eskidir. Nesilden nesile kuşaktan kuşağa aktarılan deyişler, destanlar, masallar, türkülerimiz bir milletin en büyük kültür miraslarındandır.
Şimdi sizlere Afyonkarahisar’ın işgal yıllarında 5-6 yaşlarında bir çocuk olan, büyüklerinden dinlediği masallarla birlikte 1930’ lu yıllarda köy köy gezerek topladıkları türkü, mani, masal, efsane ve deyimleri aslına bağlı kalmak koşuluyla ve anlaşılır bir Türkçe ile yazan merhum Behçetoğlu Muzaffer Görktan’ın Karahisar Masalları’ndan aktaracağım. Anlatıcıların o yıllarda en az 40-50 li yaşlarda olduğunu da hesaba katarsak bu masalların geçmişinin 130 yıldan fazla olduğunu söyleyebiliriz.
Bir vesile ile de olsa kendisini ve eserlerini tanıma fırsatı bulduğum için mutluyum. Ömrünün büyük bir kısmını Afyonkarahisar da geçirmiş olan Kıymetli Büyüğümüzün eserlerinin günümüze ulaşmasına vesile olan başta oğlu Mehmet Behiç Görktan Beye ve katkı sunan herkese şükranlarımı sunarken ebediyete uğurladığımız şair, yazarlar ve ozanlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum. Gelelim masalımıza;
KOCAKÖYLÜ KOCA MAHMUD
Sultan II. Mahmud, halkın durumunu yoklamak için zaman, zaman kılık değiştirerek Trakya’ya, Anadolu’ya geçer, dolaşırmış. Günlerden bir gün yine böyle dolaşırken, dağ yamacında dertli, dertli kaval çalan bir Çoban’a rastlamış. Yanına yaklaşıp;
Derdin nedir evlat? Pek yanık çalarsın kavalını!
Diye sormuş. Çoban:
-Derviş Baba, kimse çare bulamaz benim derdime. Ağa’nın kızına sevdalandım. Benim gibi bir Çoban’a değil Ağa, onun kapısında kulluk eden biri bile vermez kızını.
Demiş. Sultan Mahmud, oracıkta Ağa’ya bir mektup yazarak, mührünü basmış. Çoban okuma yazma bilmediğinden, mektubun bir ferman olduğunu anlayamamış. Sultan Mahmud ile veziri atlarına binip, uzaklaşacakları sıra, Çoban şaşkınlıkla sormuş.
-Derviş Baba, adını bağışlar mısın bu garip çobana!
Sultan Mahmud:
-Kocaköylü Koca Mahmud! Deyip atını mahmuzlamış.
Sonra Çoban henüz, akşam olmadan sürüyü köye indirmiş. Ağa’nın huzuruna çıkıp mektubu vermiş. Ağa, fermanın Padişahtan geldiğini görünce; kızını çobana vermiş.
Çoban’la karısı mutluluk içinde yaşayıp gidiyorlarmış. Günün birinde Çoban mutluluğunu borçlu olduğu, Derviş Baba’yı hatırlamış. Onu görmek istemiş. ‘’Kocaköylü, Koca Mahmud’’ diye başlamış aramaya. Sormadık kişi, aramadık köy bırakmamış. Tam aramaktan vazgeçeceği sırada, derviş kılıklı biri ona; İstanbul’a gitmesini söylemiş.
Çoban, yanına bir ibrik pekmez ile iki taze köy ekmeği alarak, yollara düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, bazen susuz, bazen uykusuz gitmiş. Sonunda varmış İstanbul’a. Kocaköylü, Koca Mahmud’u; sora sora saray kapısına gelmiş. Nöbetçiler, şifreyi anlayıp, Çoban’ı içeri almış, Sultan Mahmud’un huzuruna çıkarmışlar. Derviş Baba’yı padişah kaftanıyla gören Çoban, ona:
-Şükür kavuşturana, Derviş Baba! Senin büyülü kağıt tuttu. Ağa kızını bana verdi. Ben de sana pekmezle, taze köy ekmeği getirdim. Ama nöbetçiler kapıda torbama el koydular!
Demiş. Sultan Mahmud, nöbetçilere buyruk vermiş, torbayı getirmişler. Çoban, pekmezle, ekmekleri Sultan Mahmud’a sunmuş. Tam veda edip ayrılacağı sıra, gözleri tavandaki çini işlemelere takılmış. Derviş Baba olarak bildiği, Sultan Mahmud’a dönerek:
-Tavandaki süslemeleri sen mi yaptırdın? Yoksa baban mı yaptı?
Diye sormuş. Çoban’ın böyle konuşması Sultan Mahmud’u çok güldürmüş.
-Beni çok güldürdün, çok yaşayasın çoban! On kese altınla bir at veriyorum sana. Var git köyüne!
Demiş. Çoban’ı huzurundan alıp, saray kapısında atına bindirip uğurlamışlar.
Çoban, bütün bu olanlara akıl sıra erdirememiş. Saraya son bir kez daha bakıp, atını köyüne doğru mahmuzlayıp gözden kaybolmuş…
(Behçetoğlu’ndan Karahisar Masalları, M.Behiç Görktan, Afyonkarahisar Bel. Kültür Yayınları)