Esra Filiz

Tarih: 19.08.2022 16:23

Manevi Değerleri Yozlaştırma Çabaları

Facebook Twitter Linked-in

Her ne kadar doğuştan getirilen saldırganlık davranışı dizginlenebilir, yer-yön değiştirebilir olsa da hala bu güdüyü kontrol altına alamayan -belki de akletme lütfunda bulunmayıp aklını kiraya vermeye dünden razı olmuş- kişilerle aynı dünyayı paylaşıyoruz.

 

Öfke kontrolünü sağlayamayan, her ideolojinin çözümünü -fiziki anlamda olsun ya da olmasın- şiddette, saldırganlıkta arayanlar daima başkalarını da zararına ortak etmiştir.

 

Oysa bahsi geçtiği gibi her insanda saldırganlık güdüsü doğuştan gelse de onu yönetebilmek, farklı durumlara transfer edebilmek yine insanın elindedir. Sportif aktiviteler, meditasyonlar, zihni gelişimi destekleyici faaliyetler vb. bu güdüyü doğru yönlendirme yollarından sadece birkaçıdır.

 

Geçtiğimiz günlerde yine bir çözüm yolu olduğunu düşünen ya da kendileri adına düşünülen kimselerin saldırganca davranışları gündem oldu. Hangi düşünceyi hangi kültürü hangi anlayışı benimsersek benimseyelim bir başka kültüre, fikre saygıyla yaklaşmamız gerektiğini bilmeyen bir kesim var. Herkesin kendine göre doğruları olabileceği, hala aşamadığımız konulardan birisidir. Bunun en bariz örneği de yakın zamandaki cem evlerine düzenlenen saldırılar oldu. Alevilik-Bektaşilik kültürünü yaşatmak isteyen ve bu kültürün gereklerini yapma arzusu içinde olanların ötekileştirilmeye çalışıldığı bir ideolojinin ülkemizde yerinin olmadığı yetkililerce de anlaşıldı ne mutlu ki.

 

Bir insanın düşüncelerine, bir kültürel mirasa, bir yapılanmaya karşı olunabilinir. Bu insan olmanın tabii bir sonucudur. Milyonlarca insanın tek düze bir anlayışa sahip olmaması kaçınılmazdır. Ancak bu türden konulara karşı oluş bizleri ötekileştirmeye, karalamaya, insan onurunu kırmaya ve saygısızlığa itmemelidir. Kimse kimsenin kültürünü, inancını benimsemek zorunda değildir ancak bu tür konularda saygı duymak da bir tercih değil zorunluluktur. Laik, herkesin din ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğu bir ülke yaşadığımızı defaatle gündeme getiren kesimin ise bu tür konulardaki çekimserliğini okurların yorumuna bırakıyorum.

 

Yakın zamanda gündem olan bir başka konu da meslek- tipleme arasındaki uygunluğa yönelik Üstün Dökmen’ in yaptığı bir açıklama oldu. Saldırganlığın fiziki olmayan diğer boyutunu da kısmen bu açıklamada görüyoruz. Terzinin kendi söküğünü dikemediği gerçeğiyle bir kez daha yüzleştik. Empati yapamayacakları ve objektifliklerini kaybedecekleri gerekçesiyle bayan psikologların ve psikiyatrların başörtüsü kullanmamaları gerektiğini belirten Dökmen’ in de bu noktada çok savunduğu objektifliği subjektif kanılarla desteklemeye çalışması, mantık ilkelerince de ayakta alkışlanacak bir tutum olsa gerek. Aşamadığımız konulara değinmişken bu mesele de yine kanayan yaralarımızdan birisi ne yazık ki. Kitabı kapağına göre, insanı kıyafetine/dış görünüşüne göre yargılamak… Kitabın içeriğine, insanın fikir ve düşüncelerine takılmamak… Başörtüye takıldığımız kadar örtünün içindeki başı yani fikri, ideolojiyi anlamaya çalışsak bu ve bu türden problemlere ayrılan vaktin ne kadar beyhude ve gereksiz olduğunun da farkına varacağız. Ancak üzücüdür ki günümüzde dahi tüm bu başörtülü-başörtüsüz, Alevi-Sünni, Türk-Kürt, siyahi-beyaz cinsinden ayrıştırmalara pirim verdiğimiz gerçeği, toplumumuzda varlığını sürdürmektedir.

 

Voltaire’ in “Düşüncelerine katılmıyorum ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekleyeceğim.” sözü, günümüz dünyasını özetleyen ancak insanlarıyla çelişen mühim bir öğretidir belki de. Tüm bu farklılıklara rağmen bütünleşebildiğimiz, manevi değerleri yozlaştırıcı etkilerden soyutlanarak insanları saygıyla karşıladığımız, farklılıkları çatışma aracı olarak değil de zenginlik olarak görebildiğimiz bir dünya tasavvuruna sahip olmamız dileğiyle…


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —