Gözden kaçırmayın
Garnizon Komutanı Afyon Eğitim Vakfını Ziyaret EttiAfyon Kocatepe Üniversitesi (AKÜ) Sosyoloji Kulübü ev sahipliğinde gerçekleştirilen “Sosyal Bilimler Dergileri Platformu 3. Etkinliği”, 27 Mart 2014 tarihinde İbrahim Küçükkurt Çok Amaçlı Salonunda başladı.
İki gün sürecek olan “Toplumsal Hareketler” başlıklı etkinliğin açılış konuşmasını yapan AKÜ Sosyoloji Kulübü Genel Sekreteri Fadime Ekici, platform olarak amaçlarının akademideki hiyerarşik yapılanmaların dışında rahatlıkla konuşabilecek konuların ele alınması olduğunu söyledi.
Ekici, “Bu sene üniversitemizin ev sahipliğini yaptığı etkinliğimizin adını ‘Toplumsal Hareketler’ olarak belirlemiş bulunuyoruz. Etkinliğimizin konu başlığını toplumsal hareketler olarak belirlememizin nedeni ise Türkiye’de ve dünyada toplumsal hareketlerin ön plana çıkmasıdır” dedi.
AKÜ öğrencisi Sencer Ceyhun Sevindi’nin moderatörlüğünde gerçekleştirilen birinci oturumda söz alan AKÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Gülçin Tunalı 1821’de başlayıp 8 yıl sonra Yunan devletinin kurulması ile sonuçlanan Yunan ayaklanması ile ilgili bilgiler verdi. Tunalı, “İlk Mora ayaklanması ile başlayan isyan, sonrasında Yunan devletinin kurulumu ile son buldu.
17 Mart 1821’de ilk olarak argos olayı patlak veriyor. 2 sarhoş havaya ateş ediyor ve bunun üzerine ahali ayaklanmanın başladığını zannedip, Nisan ayında planlanan ayaklanma 13 gün öncesinde başlamış oluyor” dedi.
Mora yarımadasında başlayan isyanın kısa sürede yayıldığını anlatan Tunalı, “Mora’da dağ eşkıyaları denen kleftler diye bir kesim var.
Bunların yardımıyla oradaki insanlar öldürülüyor, yağma hareketleri ile olay büyüyerek Mora’dan bütün Yunanistan’a yayılıyor. 1821’de başlayan ayaklanma, 1829’da Yunanistan’ın kurulması ile son buluyor. Bu arada 2. Mahmut, 5, Gregoryus’u idam ettiriyor” diye konuştu.
Yunan ayaklanmasında Rönesans ve hümanizm etkisi
Yunan ayaklanmasının temelinde Rönesans ve hümanizmin etkisinin olduğuna dikkat çeken Tunalı, diğer bir nedenin ise Yunan idealinin gerçekleştirilmesi olduğunu kaydetti. Yrd. Doç. Dr. Tunalı sözlerine şöyle devam etti:
“Nasıl oldu da Yunanlılar bağımsızlık isteyip ayaklandılar sorusuna gelirsek, başından bu yana adına Rönesans hareketi dediğimiz ya da hümanizm dediğimiz olaylar var. Bununla birlikte bir Yunan ideali tekrar canlandırılmaya çalışılıyor.
Bu Yunan idealinin canlandırılması demek, Homer’den ya da başka Yunanlı yazarlardan ya da felsefecilerin eserlerinin tercüme edilmesi demek. Yunan filozofların eserlerin büyük bir kısmı Arapça kanalıyla Latince’ye geçiyor.
Bunların Fransızca, İtalyanca ya da İngilizce basılması daha sonraki yıllara yani Orta Çağ’dan sonraya tekabül ediyor. Daha sonra bu tercüme hareketleri ile birlikte Roma’nın yanında Atina’nın ortaya çıkışı 17. yüzyılın başlarında meydana geliyor. Bu dönemde Yunanistan’a bir merak doğuyor.
Nasıl ki Roma’ya hac yolculuğu gibi bir takım seyahatler yapılıyorsa aynı şekilde Atina’ya da yolculuklar yapılmaya başlanıyor. Seyyahlar Yunanistan’a yolculukları ile ilgili kitaplar yazıyor. Yine Atina’yı gezen kişiler şehrin gravürlerini yapıyor.”
Yunanlıların isyanına gönüllü Avrupalılar gönüllü asker olarak katılıyor
Yunan ayaklanmasında pek çok Avrupalının Yunanlılara destek için gönüllü asker olarak Mora yarımadasına gittiğini de ifade eden Tunalı, isyana maddi destek amacıyla Avrupa’nın pek çok yerinde para toplandığını bu kapsamda gönüllü kumpanyalar ve futbol müsabakaları düzenlendiğini dile getirdi.
Yunanlıların denizcilikte çok gelişmiş olmalarının Osmanlı’nın isyanı bastırmada gecikmesine yol açtığını belirten AKÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Gülçin Tunalı sözlerini şöyle noktaladı:
“1816’lı yıllarda Yunanlı denizcilerin 600 gemisi var. Denizcilikte çok iyiler. Odesa’dan Marsilya’ya, İzmir’den Londra’ya gemi ticareti ile uğraşıyorlar. Bu gemi ticareti ile birlikte Venedik’in rolünü üstlenmiş durumdalar. Adeta görünmez bir gemi imparatorluğu var. Bu gemiler ayaklanma esnasında Osmanlı’nın olaya müdahale etmesini çok güçleştiriyor.
Mora geçitleri olan bir bölge. Kleft denilen eşkıyalar o dönemde bu geçitleri tutuyorlar ve müthiş bir gerilla savaşı veriliyor. Osmanlı askerleri içerilere nüfuz edemiyorlar. Kavalalı’dan yardım alıp nüfuz ettiklerinde ise isyan artık uluslararası bir boyut kazanmış oluyor.
1829’da 8 sene gibi kısa bir sürede Yunan devleti kuruluyor. İsyan esnasında ressamlar ve şairler, resim ve şiirleri ile Yunanlılara Avrupa kamuoyunda destek veriyorlar.”
Sosyoloji modern dünyaya koşutluk ilişkisi arz eder
AKÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yılmaz Yıldırım ise konuşmasında sosyoloji ve genel olarak sosyal bilimlerin modern dünyayla bir koşutluk ilişkisi arz ettiğini belirtti.
Yıldırım, sosyolojinin işgal ettiği pozisyonun modernliğin kendi hakkındaki söylemini oluşturmak ve bu söylemi anlamak üzerine geli bir etkinlik olduğunu belirterek, “Sosyoloji bunu yaparken iki koldan yol alıyor.
Birincisi eleştirel ve anlayıcı bir pozisyonu takip etmek, ikincisi ise daha çok kurucu yapılandırıcı ve inşa edici bir işlev yerine getirmek” dedi. Modernliğin erken aşamasındaki klasik sosyolojinin kurucu yapılandırıcı işlevinin çok daha baskın olduğunun göründüğüne dikkat çeken Yıldırım, “Bunu yaparken modern epistemeyle uyumlu olacak şekilde daha çok insanlar arasında insanları bağlayan, bütünleyen, birleştiren gerçek tören bağları köksüzleştirerek onun yerine yeni, sentetik, yapay bağlar oluşturan bir etkinliktir sosyoloji.
Modern epistemenin özellikle neo-helenizim dediğimiz batıdan Yunanistan ulusunun söylemsel inşasına destek anlamına gelebilecek bir retorik buna örnek olarak da gösterilebilir” diye konuştu.
Yıldırım şöyle devam etti:
“Burada bir bilgi iktidar ilişkisinin konusu olarak sosyal ve bilimsel etkinlikten bahsediyoruz. Bu etkinlik, kurucu, yapılandırıcı, inşa edici, faaliyeti gerçekleştirirken bunun en bilinen klasik örneklerinden bir tanesi Ferdinand Tönnies’in cemaatten topluma geçiş teorisidir. Burada toplumun inşa edilmesi daha çok cemaatin tavsiye edilmesi şeklinde karşımıza çıkıyor.
Fakat buradan günümüze doğru geldiğimiz zaman tıpkı toplumun cemaati öldürmesi gibi günümüzde de toplumsalın ölümü diyebileceğimiz bir durumu yaşamaktayız. Jean Baudrillard, Alain Tourain gibi sosyologların üzerinde durduğu bir konu yani bir anlamda cemaatin başına gelen şey daha sonra sosyolojinin inşa ettiği bütünlüklerin de başına geliyor. Bu sefer failimiz toplum değil toplumsal hareketler.
Bu yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkışı ile birlikte sosyal bilimlerde bahsedilen temalardan bir tanesi toplumsalın bitişini tanımlamak gerekirse Alain Tourain’e göre genellikle epistemik bir kurgu, bir inşa olarak millet, ulus, sınıf hatta cemaat kavramlarının tükenişi olarak adlandırmak mümkündür.”
Toplumsal bitiş kamusal bitişi beraberinde getiriyor
Yaşanan toplumsal bitişin aynı zamanda kamusalın da bitişi olarak karşımıza çıktığını ifade eden Yıldırım, bunun sebeplerinden en önemlisinin toplumun ekonomi ve piyasa üzerindeki belirleyiciliğinin bitişi olduğunu ifade etti.
Yıldırım, “Şimdi bu basit bir önerme gibi gözükebilir fakat piyasaların ve ekonominin denetimsizliği aynı zamanda sosyal aktörün bitişi anlamına da geliyor. Sosyal aktörün bitişi, kamusalın çözülüşü ve bununla birlikte toplumsalın çözülüşü dediğimiz durumu yaratıyor.
Artık millet, ulus, cemaat, sınıf dediğimiz kavramlar günümüz ekonomisin belirlediği kodlar çerçevesinde yeniden tanımlanıyor. Burada sosyal aktör yok. Sosyal aktörün devreden çıkışı aynı zamanda bir demokrasi krizi anlamına geliyor” ifadelerini kullandı.
Cemaatten topluma toplumdan doğru geçiş var
Yıldırım, Hannah Arendt’in kamusal alanı insanların ortasında duran bir masa olarak düşünmeyi önerdiğini belirterek, “Bu masanın aramızdan çekip aldığı bir durumda birbirimizle irtibatsız kalıyoruz. Dolayısıyla bu ortak amaç topikallik yani konu ortaklığı meselesi bitince de bir anlamda toplumsalın da çöküşü olarak karşımıza çıkıyor” dedi.
Bunun bir demokrasi krizi olmasının dışında aynı zamanda geleneksel felsefe ve geleneksel sosyal teorinin de sonu olarak düşünülebilecek bir durum olduğunun altını çizen Yıldırım, toplum kavramından iktidar kavramına doğru bir yönelimin olduğunun görüldüğünü ifade ederek şunları kaydetti:
“Toplumdan yeni toplumsal hareketlere dönüş adı verilen metodolojik dönüşüm bu çerçevede ancak anlaşılabilir. Yeni toplumsal hareketler eksenli toplumsal çözümlemelerde ciddi bir kafa karışıklığı ve karmaşada var aslına bakarsak.
Yeni toplumsal hareketler günümüzde daha çok makro ölçekli toplumdan ya da devletten ayrı olarak sivil toplum içinde söz konusu edilen ve belli bir amaca yönelik yapılan hareketler olarak karşımıza çıkar.
Toplumsalın sonunu ilan eden düşünürlerden bir tanesi olan Jean Baudrillard, genellikle günümüz postmodern toplumunu tanımlarken kitleden ve kitle kültüründen bahsediyor. Bu kitle kültürü, popüler kültür gerçek ve anlam üreten bir etkinlikten ziyade daha çok bir gösteri tertipleme üzerine odaklı hareketlere dönüşüyor dolayısıyla buradaki gösterisellik anlamdan çok daha belirleyicidir.
Genel olarak bu tartışmalarda iki tane ana akım olduğundan bahsedilebilir. Bunlardan bir tanesi popüler kültürü bir toplumun gerçek, otantik, doğal hali olduğunu ifade eden onu adeta kutsayan bir yönelim. İkinci yönelim ise daha çok eleştirel teoriden bildiğimiz yaklaşım. O da kitle kültürü ve popüler kültür ve bununla ilişkili enerjiye bakarken onu daha çok edilgen, pasif, birbirleriyle habersiz birimlerden oluşan bir yığın kültürü olarak tanımlayan yaklaşım. Ama son zamanlarda üçüncü bir yönelim var.
Bu yönelim söz konusu enerjiye bakarken farklı düşünüyor. Beli başlı temsilcileri var. Michel de Certeau ve Jon Faorks gibi. Onlar bu hareketlere bakarken temsil ettikleri kültürde son derece yaratıcı yenilikçi ve bir direnç öğesi teşhis ediyorlar. Popüler kültür, egemen kültürün içine çaktırmadan yayılarak, onu ele geçiriyor.
Onunla cepheden savaşmadan, onu kendi silahlarıyla alt edebilme özelliğine sahip. Gerilla savaşı gibi bir savaş. Aslına bakarsanız küresel ve modernleştirici iktidarın karşısında buna asla teslim olamayan sürekli olarak bir karşı kültürü dikte edebilme potansiyeli taşıyan bir direnç öğesi teşhis ediyor.”
Yıldırım’ın sunumun sonrası verilen öğle yemeğinin ardından gerçekleştirilen ikinci oturumda Arş. Gör. Onur Uca “Bedeninden Ayrılan Genel Zeka”, Çev. Barış Yıldırım “Gezi’nin Devrim Dersleri” konularında bilgiler verdi.
İlk günün son oturumda ise Anıl Yıldız “İktidarı Pierre Clastres ile Yeniden Düşünmek: Devlete Karşı Toplum”, Mehtap Kenci de “Bir İşçi Diktatörlüğü İzlenimi: Paris Komünü” konulu sunumları yaptılar. “Toplumsal Hareketler” başlıklı etkinlik, 28 Mart Cuma günü yapılacak oturumların ardından sona erecek.
Yorumlar
Yorum Yap