Ve yazıma başlamadan önce, bir önceki yani 2019’da ele aldığım bir yazıma rastlıyor ve güncelliğini kaybetmeyen bu yazımı da rahmetli babamın bir zamanlar kentin en lüks lokantası olan iş yerini neden kapattığını soran arkadaşına verdiği cevabı yeniden anlatmak, aktarmak istiyorum.
Çünkü seçim öncesi demlenenlerin astıkları T.C.'lerden sonra meydan okurcasına Ankara'da Anıtkabir'den verilen toplu bir fotoğraf aşağıda yazacaklarımı anlatır gibiydi. Anlamaları için de yardımcı olur belki. Neyse gelelim Tilki ile İspanyol Boğa Meselesine.
Babam kentin en güzel ve en işlek lokantasını bir anda kapatınca arkadaşı sormuş, ‘Fevzi abi lokantayı niye kapattın, ne güzel iş yapıyordu?
Babam,- He ya çok güzel işliyordu, hiç sorma.
Arkadaşı,- Peki abi o zaman niye kapattın?
Babam biraz da kızarak,- Ya kardeşim niye kapatmayayım? Bir koyun alıyorsun, budundan 4 haşlama çıkıyor, birini aşçı, diğerini işçi yiyor. Bu yetmezmiş gibi; müşteri diye biri lokantadan içeri giriyor diyesin aylardır aç kalmış bir Tilki. Göbeği gitmiş, yüzü solmuş, saçları dikleşmiş. Gelir oturur masaya. Getir haşlamayı, götür salatayı, yetmedi yoğurt, bir de en az 35’lik rakı.
Biraz sonra o peri perişan Tilki gibi lokantadan içeri giren adam oldu mu sana İspanyol Boğası. Hesap istersin yaz der, dövsen yemeği yemiş. Üstüne üstlük İspanyol boğası olmuş baş edip, yenemezsin. Gel de sen ol kapatma.
‘'' deyince arkadaşı ancak anlayıp, hak vermiş.
Şimdi gelelim bizim İspanyol Boğalarına. Yeni geride kalan bir seçimi daha tartıştığımız şu günlerde bir de geçmişte seçilmişlere ve hala görevde olanlara bakmak gerekir mi?
Yani bugünkü gibi yoğun bir tartışma ardından geride kalan seçimlerde seçilmişlere, şu an başkan, başkan yardımcısı, meclis üyesi olanlara, adına, ‘Yerel parlamento’ denilen ama içindekilerinin büyük bölümünün parlamentonun ne anlama geldiğini bilmediği, algılayamadığı belediye meclis üyelerine bir göz atalım mı? Muhtarları da unutmadan.
Çünkü dün onlarda bugün seçilmek isteyenler gibi dertleri kendileri değil, vatandı, milletti, sakarya olmazsa da memleketti. Ve memleketten batıya gelen hemşerileriydi.
Büyük bölümü hemşerileri olan ve onları temsil eden derneklere sırtlarını dayamış, onlardan oy isteyip, seçilmiştiler. Ve hala görevdeler. Kimi ise yaralı bir İspanyol boğası misali yani benden de aldıkları kalem yaralarıyla ağ saçlı gibi kimi ise adı ile soyadı hiç uyuşmayan gibi doktorluk olup, bakırköylük olmazsa da yeniden aday edilmeyen yani kızağa pardon dinlenmeye çekildiler. Kimilerinin ise 2028’a kadar rahat gibi görünüyorlar.
Gerçi, ‘görünüyorlar’ demekte yanlış. Çünkü bunların bir çoğu 5 yıl önce seçilmeden önce hep ortalıkta, yanımızda, yöremizdeydiler. Ama bugün onları ortada gören yok.
Ya gökyüzüne doğru uzanan ve adına rezidans denen binaların içinde ya da ortasında belki de tümündeler! Ya da bankalardaki kasaları taşıran ekonomileriyle uğraşıp, 'daha çok, daha çok...' diyerek ter dökmekteler.
Ve onca iş, ihale, göbek büyüten davetler, boyun kalınlaştıran ilişkiler içindeler. Memleket mi? O da ne? Peki ya; hemşeri, arkadaş, akraba, eş, dost... Onlar çoktan unutuldu bile. Ya da arada bir başını kaldırana bir cep harçlığı ya da yalandan gülen bir yüz göster gitsin.
İşte bizim İspanyol boğaları da bunlar. Ve yeni bir seçim daha geride kaldı ve bu seçimin başaktörleri de dün tilki halinde bu sahaya inip, bugün her biri birer İspanyol boğası olmaya aday olanlar olmasın. Çünkü ellerinde devletin imkanları, ceplerinde paracıklar. Bir de kariyer ki hiç sorma.
Bizde ne var? Sadece bir oy. Gel de baş et, edebilirsen. En iyisi bizde mi babama lokantasını kapattıran o İspanyol boğaları ile ‘baş edemeyiz’ deyip, dört ay boyunca başımızı bir hayli şişiren yerel seçim gündemini kapatsak mı? Belki de ufukta görünen bir erken seçim var diyerek susalım.
Ama sizi de ekranlarına, izlemeye davet ettiğim bugün saat 15.00'da ulusal TV TEMPO TV'de konuklarımızla birlikte GAZETECİLERLE GÜNDEM'de konuşalım.
Sizce ne yapalım?..