Gençliğinde psikiyatri dalında öğrenim görmüştür. Daha sonra ruh doktoru olmuş Anadolu’ya geldiğinde hem ruh doktorluğu yapmış hem de bir Alp-Eren olarak Hacı Bektaş-ı Veli saflarında hizmet vermiştir.
Saruhanoğulları zamanında Manisa’dan 773 Muharremin ilk günü (Miladi 1371) de tanzim edilen bir vakfiye senedinde “Süleyman Horasani oğlu Karaca Ahmet” diye adı geçmektedir.
Bu kayda göre Babasının adı “Süleyman” anasının adı ise “Sultan Ana’dır.” Annesi ve babası Eşme’nin Karaca Ahmet köyündeki türbede defnedilmişlerdir.
Karaca Ahmet Sultan’ın bilinen çocuklarından Hıdır Abdal Sultan Erzincan’ın Ocak köyünde, diğer oğlu Eşref Sultan ise Eşme’nin Karaca Ahmet köyündeki türbede defnedilmiştir.
Horasan Erenlerinden olan Karaca Ahmet Sultan, 13. yy ortalarına yakın bir zamanda Moğol zulmünden kurtulmak için Anadolu’ya göç etmiş ve bu göçüde büyük Türk kafileleriyle birlikte olmuştur.
Karaca Ahmet Sultan’ın Kan Abdal (Gani) ve “Kamber Abdal” isimli iki oğlu daha vardır.
Üsküdar sınırları içinde Selimiye Kışlası’nın üst tarafında Gündoğumu Caddesi ile Nuhkuşu Caddesi’nin birleştiği köşede Karaca Ahmet Sultan Dergahı ve türbesi vardır.
Karaca Ahmet Sultan dergahı, Şahkulu Sultan dergahı gibi köklü ve eski bir dergahtır.
Asıl merkezi İstanbul-Üsküdar olan bu dergahta uzun süre hizmet veren Karaca Ahmet Sultan, Hakk’a yürüyünce mübarek bedeni dergahın bulunduğu yerde toprağa verilmiştir.
Karaca Ahmet Sultan’ın türbesini yıllar sonra Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Gülfem Hatun yaptırmıştır.
Denilmektedir ki bir gece rüyasında Karaca Ahmet Sultan’ı gören Gülfem Hatun, uyandığında gördüğü rüyasının etkisiyle sabahın erken saatinde Üsküdar’a kadar giderek üstü açık türbeyi görmüş ve yazdırdığı bir fermanla türbenin üstüne bir tavan yaptırmıştır.
Türbenin içine de Karaca Ahmet Sultan’ın sancağını, deve tüyünden örülmüş hırkasını ve tesbihlerini koydurmuştur.
Zamanla türbenin etrafı da mezarlarla dolmuş ve büyük bir hazire olmuştur.
Daha sonraki yıllarda bu çerçevede kurulan hazireye “Karaca Ahmet Kabristanlığı” adı verilmiştir.
Karaca Ahmet Sultan Hakk’a yürüdükten sonra da türbesi ve kurduğu dergahı bu işlevini yürütmeye devam etmiştir.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de kurbanlar kesilmekte, lokmalar verilmekte ve anma törenleri yapılmaktadır.
Akan zaman içinde etrafında yapılan büyük mezarlarla büyük bir hazire oluşmuş ve bu hazirenin içinde pek çok ünlünün ve ermişin mezarları yer almıştır.
Türbenin dış kapısından içeri girildiğinde 2,5 metre eninde 8 metre boyunda bir koridor ve koridorun sonunda türbe kapısı görünmektedir.
Bu kapı gündüzleri sürekli açıktır.
Dış kapının yanından türbenin içi görülebilir konumdadır.
Karaca Ahmet Sultan hakkında bir kısım yazar ve araştırmacı birbirinden farklı bilgiler vermektedir.
Yazar Aysel Okan Karaca Ahmet Sultan’ın Arabistan’dan geldiğini ifade ederken birçok araştırmacı da Horasan’dan geldiğini ve bir Türkmen Beyi’nin oğlu olduğunu belirtmektedir.
Doğrusu da budur.
Çünkü Karaca Ahmet Sultan tam bir Türkmen asilzadesi ve Alp-Eren’dir.
Karaca Ahmet Sultan, Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılış döneminde Hıristiyan misyonerlerin Ege bölgesindeki propagandalarına karşı Hacı Bektaş-ı Veli ve Alp-Erenler ile birlikte Manisa-Akhisar-Aydın ve Afyon dolaylarında başarılı çalışmalarda bulunmuştur.
Bursa’dan Üsküdar’a kadar olan yerlerin alındığı yıllarda (M.1329) önce Merdivenköy’de biraz kaldıktan sonra da Üsküdar’a geçerek şimdiki yerinde dergahını kurmuştur.
Karaca Ahmet Sultan, bir fikir adamıdır.
Zor günlerdeki bunalımlı insanların kurtarıcısı, iyi bir psikiyatrist hekim olarak toplumun karşısına çıkmıştır.
Bu doğrultuda ilden ile, köyden köye giderek halkın hizmetine koşmuş; acılara merhem, karanlıklara ışık olmuştur.
Karaca Ahmet Sultan Anadolu’da ilk kez Manisa dolaylarında bulunmuş, o bölgede Saruhan Beyliği’nin hizmetinde bir hekim Alp-Eren olarak çalışmıştır.
Horoz köyünde ilk dergahını kurmuştur.
Çalışmalarını burada yoğunlaştırması nedeniyle Saruhan Bey’in takdirlerini kazanmış ve bu nedenle de bu köy Karaca Ahmet Sultan’a vakfedilmiştir.
Çevredeki insanlar, uzun süre bu dergahta eğitimden geçirilmişler ve özellikle bunalımlı insanlar, bu dergahta şifa bulmuşlardır.
Manisa-Akhisar-Aydın yöreleri birbirine çok yakın olduğundan, Karaca Ahmet Sultanı aynı zamanda Akhisar ve Aydın’da da görmekteyiz.
Buralarda da kendisine vakfedilmiş köyler ve bu köylerde kurulmuş dergahları olmuştur.
Öyle ki Karaca Ahmet Sultan’ın Ege’deki etkinlik faaliyetleri karşısında Hıristiyan misyonerler hiçbir şey yapamaz duruma gelmişlerdir ve bu ulu kişinin etkinlik gücü karşısında âtıl duruma düşmüşlerdir.
Çünkü Karaca Ahmet Sultan bir dava adamıdır.
Bu dava, Ebu’l Vefa’dan, Dede Garkın’dan, Hacı Bektaşi Veli’den ve tüm Horasan ve Rum erenlerinden intikal eden büyük bir davadır.
Bu dava, Anadolu’daki 24 Oğuz boyunu İslamlaştırmak, Anadolu’nun maddi fethinin yanı sıra manevi fethini de gerçekleştirmektir.
Davanın özüne baktığımızda; bu dava, insan olabilmek, insanca yaşamak, paylaşmak ve gelecek kuşaklara ışık tutabilmektir.
Bütün Türkmen boylarını ve Anadolu’nun yerel halkını bir gözle görebilmek; barışı, sevgiyi, kardeşliği egemen kılmak, sevgi bağlarına dayalı köklü bir ahlak sistemini tesis ettirmektir, kan gölüne dönmüş Anadolu’daki toplum psikolojisini adeta manevi rafinerleri olmak, umut ve aşk aşılamak; işte bu davanın temel felsefesidir.
Karaca Ahmet Sultan gibi tüm erenler bu doğrultuda emek harcamışlar ve bu tür hizmetleri ile birlikte insanlık uğruna tarihin altın sayfalarına geçmişlerdir.
Tıpkı Hacı Bektaşi Veli gibi her ulu kişinin yaşamına uyarlanmış menkıbevi öyküler vardır.
Bu tür öyküler bu uluların Erenlerin somut ve gerçek kişiliklerini manevi dünyalarıyla pekiştirerek kendilerini yüceltmek için söylenir.
* Konumuzla ilişkili olması açısından bir menkıbeyi buraya almayı uygun gördük:
Menkıbeye göre Karaca Ahmet Sultan da aralarında bulunduğu Erenler bir gün bir arada zikrederken bu ermişlerin içinde olan Karaca Ahmet Sultan’ın kız kardeşi Kadıncık Ana (Fatma Nuriye Bacı) kendisinden geçmişçesine birden ayağa fırlayarak “kalkın, ey erenler, memlekete sizden ulu, sizden daha ulu Eren geldi.” Demiş.
Toplu halde olan erenler “bu memlekette bizden daha ulu mu gelir?” diyerek şaşırmışlardır.
Çünkü onlardan daha ulu veli asla yokmuş memlekette.
“Öyle şey olur mu?” diyecek olmuşlar ancak aldıkları cevap “evet var çünkü geldi.” Olmuştur.
Kimmiş kendilerinden ulu veli acaba düşünmüşler, taşınmışlar.
Ama nafile.
Kimseyi bulamamışlar.
İşte o zaman Karaca Ahmet Sultan gönül gözüyle gözetlemiştir.
Suluca Kara Höyük’de bir kara taşın üstünde ak güvercin görmüş.
Karaca Ahmet Sultan, o anda yanındaki Hacı Tuğrul’a seslenmiş.
“Tez elden bir şahin ol, Suluca Kara Höyük köyüne var, oradaki kara taşın üzerindeki ak güvercini buraya getir.” Hacı Tuğrul istenildiğinden de çabuk bir zamanda bir şahin olup uçmuş Suluca Kara Höyüğe.
Bakmış bir ak güvercin orada duruyor hemen gitmiş yanına, hırsla boğazından yakalamış.
“Hadi bakalım, düş önüme,” demiş.
Ak güvercin bir silkinmiş “ne yapıyorsun sen,” diye cevap vermiş.
“Er olan ere hışımla gelmez ben mazlum durumda geldim.
Ben barış dostluk ve sevgi için geldim.
Erenlere söyle yanımda olsunlar.” Hacı Tuğrul itiraz etmiş.
“Ama sen bir kişisin kolayca gelirsin bizim memlekete,” demiş.
Hünkâr yine olmaz demiş.
Hacı Tuğrul, dönüp gitmiş.
Başından geçenleri bir bir erenlere ak güvercin kendilerinin yanına gelmeyeceğini söylemiş.
Canları sıkılmış, ama yine “gönül isterse” demekten kendilerini alamamışlar.
Dizilmişler yola.
Seyyid Mahmut Hayranî bir aslanın sırtına binmiş elinde de yılandan bir kamçı varmış ulaşmış karaca höyüğe.
Hacı Bektaş-ı Veli bakmış ki karşısında altında aslan, elinde ejderha, Seyyid Mahmut Hayranî geliyor.
O da duvara binmiş ve yürü demiş duvara. Duvar yürümeye başlamış.
“Marifet cansızı yürütmektir, canlıyı değil.” Deyince, Seyyid Mahmud Hayrani, Hünkârı takdir ederek özür dilemiş.
Bu menkıbevi öykü ile bir araya gelen bu ulu ermişler, yaptıkları ortak bir toplantıda Anadolu’nun kurtuluşu için görev bölümü yaparlar.
Yine başka bir menkıbeye göre,
Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu’ya geldiğinde mana âleminde Rum erenlerine seslenmiş.
Bu sırada Anadolu’da 57.000 eren görevdeymiş.
Anadolu’nun gözcüsü de Karaca Ahmet Sultan imiş.
Daha sonraları Karaca Ahmet Sultan, Hacı Bektaş-ı Veli ile buluşup onun yandaşları olan Abdal Musa, Abdal Murat, Geyikli Baba, Barak Baba, Kara Donlu Can Baba, Seyyid Ali Sultan, Kolu Açık Seyyid Recep, Hacım Sultan, Sarı Saltuk Sultan, Taptuk Emre, Ahi Evren gibi pek çok erenle tanışmış, görüşmüş ve aralarında görev bölümü yapmışlardır.
Hacı Bektaş-ı Veli'nin Karaca Ahmet Sultan'a: “Karacam, sen ırak diyarının Türk topraklarına katılmasına çalışmakla görevlendirildin” dediği söylenilmektedir.
Hacı Bektaş-ı Veli yukarıda adları sayılan Horasan erenlerini örgütlemiş ve aralarında yaptığı görev bölümünü de Abdal Musa’yı önce Bursa’ya, sonra Antalya yöresine, Karaca Ahmet Sultan’ı da Manisa’ya görevlendirmiştir.
Bu kutsal görevi alan Karaca Ahmet Sultan, daha sonraları Akhisar, Aydın ve Afyon’dan İstanbul’un Anadolu yakasına geçmiştir.
Karaca Ahmet Sultan Üsküdar’a geçmeden önce Afyon taraflarında iken başarılı çalışmaları gözden kaçmamış olacak ki Hacı Bektaş-ı Veli kendisine “Karacam, bir yerde mekânın olsun yedi yerde çıran yansın.” demiştir.
İşte bu söze atfen Karaca Ahmet Sultan’ın yedi yerde makamı olduğu söylenir.
Bu yerler sırası ile şöyledir:
Karaca Ahmet Sultan’ın Afyon İhsaniye ilçesindeki Karaca Ahmet köyünde büyükçe bir binanın içinde türbesi ve etrafında yer alan askerlerin sandukaları bulunmaktadır.
Bu bina tarihi kesme taştan yapılmış olup her gün pek çok ziyaretçi tarafından ziyaret edilmektedir.
Makamının bulunduğu bina içinde kendisinin yeşil örtülerle kaplanmış sandukası ile etrafında 30’u aşkın sanduka bulunmaktadır.
Burada günümüzde bile halen boş olan yerlerde serili yataklar içinde hastalar yatmaktadır.
Değişik yörelerden ve illerden gelen bu insanlar, hastalarını tomruk dediğimiz aparata bağlarlar ve burada günlerce şifa beklerler.
Bu durum her ne kadar asıl mecrasından uzaklaşan bir derman arama geleneği ise de, insanları şifa bulmak için gelip burayı bir tedavi merkezi olarak kullanmalarının önemli bir geçmişi vardır anlamına gelmektedir.
Başka bir menkıbeye göre Karaca Ahmet Sultan Anadolu’ya geldiğinde yandaşları ile burada (Beyköy’de) konaklamışlar ve bu konaklamanın hemen arkasından o toprakların beyi bu yerde kurulu çadırları görünce kâhyasını oraya göndererek “git gör bakalım şu karşıda çadır kuranlar kimlerdir? Ne yapıyorlar orada? Bunların hayvanları var mıdır iyice sor öğren de gel” demiş.
Kâhya gelip, soruşturmuş, öğrendikleri dönüşünde gelip şöyle anlatmış: “ağam gidip bunların her şeylerini öğrendim bunların atları da koyunları da kuzuları da var büyükleri su kenarında söğüt ağacından elma koparıyor.
Söğüt ağacından ilkbahar mevsiminde elma nasıl koparılır diye sorduğumda ise Karaca Ahmet Sultan gülerek “elimiz boş gidecek değil ya beyinizin yanına” dedi. Şimdi kendileri de birazdan yanımıza gelecekler zaten.” dedi.
Olanları kâhyanın ağzından dinleyen bey önce korkmuş, sonra Karaca Ahmet Sultan adamları ile gelip bey ile buluştuğunda beyin hasta kızı Karaca Ahmet Sultanı görünce birdenbire sesini kesmiş ve kendisine gelivermiş.
Bey, önce gözlerine inanamamış, sonradan Karaca Ahmet Sultan’ın ellerine sarılarak “aman sultanım, sen kimsin nerelisin?” diye sormuş ve aralarında şu diyalog geçmiş:
Adım Karaca Ahmet, Horasan erenlerindenim.
Kızıma himmet eyle, hastaydı şimdiye kadar bir derman bulamadık. Seni görünce sustu, kendine geldi onu kurtarınız.
Bu yalvarış karşısında “hayır” diyemeyen Karaca Ahmet Sultan da kendisine bağışlanan bu yerde bir süre kalıp akıl hastaları için bir tedavi merkezi kurmuştur.
İşte o günden beri, 700 yıldan beri bu yerler ve bu köy bir şifa beklentisi ile dolup taşmaktadır.
Karaca Ahmet Sultan’ın yaşamış olduğu zaman dilimini Osmanlı tarihi açısından ele alacak olursak, Bursa’nın 1326 yılında ele alınmasının üstünden henüz 3 yıl geçmiştir.
Bu 3 yıl içinde Gemlik, Orhangazi, Yalova, Gölcük, İzmit alınmış ve İstanbul’un Anadolu yakasına geçilmiştir.
Son olarak 29.06.1329 yılında (Maltepe) denilen yerde Bizans ile Osmanlılar arasında (Pelekanon) savaşı olmuş, Andronikos yenilmiş ve Merdivenköy’de yapılan anlaşmaya göre Üsküdar’a kadar olan yerler Osmanlılara bırakılmış ve Merdivenköy’deki av köşkü ve dolayları, ahilere bırakılarak başlarına Ahi Ahmet getirilmiştir.
Böylece 1390 yılında Bektaşilere geçen dergah önceleri ahi dergahı olarak kullanılmıştır.
Kaynaklarda belirtildiğine göre Karaca Ahmet Sultan da bir süre burada kalmış, daha sonra Üsküdar’a giderek şimdiki türbesinin bulunduğu yerde dergahını kurmuştur.
Burada aynı zamanda psikolojik rahatsızlıkları olan insan