Babası bazı kaynaklara göre Mısır’da tahsil yaptığı, bazı kaynaklara göre ise,13. Asrın başlarında Mısır’dan Anadolu’ya göç eden bir Türk ailesine mensup olduğu için” Mısrî “lakabıyla anılmaktadır.
Abdürrahim Mısrî’de; bu sebeple önemli şahsiyetlerden, âlim ve ediplerden bahseden eserlerde Mısırlıoğlu Abdurrahim Çelebi, Mısrî oğlu, Mısırlızade diye isimlendirilmiştir.
Bunların dışında Afyonkarahisarlı oluşu sebebiyle bazı eserlerde Abdürrahim Karahisarî diye anılırken, Evliya Çelebi ondan “Abdürrahim Sultan” diye söz eder.
Karahisarî’nin, Mustafa Çelebi Muslihuddin adında bir ağabeyi ve Hacı Bula adında bir kız kardeşi vardır.
Doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmese de 15.asrın ilk yarısında doğduğu ve vakfiyesini yazdırdığı 1483 tarihi ile Muğlalı ŞahidÎ’nin Afyon’u ziyaret ettiği 1494 tarihi arasında vefat ettiği tahmin edilmektedir.
Çünkü Şahidî, Gülşen-i Esrar adlı eserinde Abdürrahim Karahisarî’den bahsedildiğini ve onun ashabından biriyle görüştüğünü belirtmiş.
Fakat kendisiyle görüştüğünü kaydetmemiştir.
İlk medrese tahsilini Afyon’da babasından ve devrin ilim ve kültür merkezlerinden biri olan Afyon’un alim ve fazıl insanlarından görmüş olan Karahisar’in doğumundan Akşemseddin ile tanışmasına kadar geçen hayatı hakkında elimizde kesin bir bilgi yoktur.
Onun, Akşemseddin’in yanına hangi yılda gittiği de tam olarak bilinmiyor.
Fakat bunun 1436 tarihinden önce olduğunu Lamii Çelebi’nin Nefahatü’l Üns adlı eserinden öğreniyoruz.
Abdürrahim, Akşemseddin’e halifelik verildikten sonra ona ilk bağlananlardandır.
1436 yıllarında Akşemseddin ile birlikte Beypazarı’na gider.
Burada Sarraf Hüseyinoğlu Tennurcu İbrahim, İskilipli Attaroğlu Musluhuddin ve Hamzatü’ş-Şami ile tanışıp arkadaş olur.
Bu tarihten sonra, Karahisarî uzun yıllar Akşemseddin’in yanında kalır.
1443 tarihinde şeyhi ile birlikte Edirne’dedir.
II. Murat devri sadrazamlarından Halil Paşa’nın oğlu Süleyman Çelebi’nin hastalığı münasebetiyle geçen bir hadise bize bu konuda bilgi vermekte ve Karahisarî’nin hayatına ışık tutmaktadır.
Lamii Nefahatü’l Üns adlı eserinde bunu bize şöyle anlatır, ”Mısırlıoğlu Şeyh Abdürrahim Hz. lerinden şöyle işittüm.
Dir ki: Halil Paşa’nın oğlu Süleyman Çelebi Edirne’de hasta olmuş Halil Paşa, Sultan Murat bin Mehmet Han’a vezir idi.
Ve oğlu Süleyman Çelebi kadı asker idi.
Ve bir oğlu İbrahim Paşa Edirne kadısı idi.
Akşeyh Hz. leri dahi Edirne’de bulundu.
Halil Paşa merhum şeyhi davet eyledi.
Mısıroğlu eydür: şeyh hz. Beni bile alup vardı, çün içeri girup, gördü ki Süleyman Çelebi’nün etrafında padişahun tabibleri ilaca mübaşeretle havanlar dövülür.
Şeyh hz. Tabiblerden sordu ki, nice maraza ilaç idersüz.
Eyitdiler: bunun marazı ol değüldür, biz hilafın teşhis ettük.
İmdi ilacını siz buyurunuz deyü, incinüp gittiler.
Mısıroğlu eydür: şeyhün bu cüretinden mütehayyir oldum.
Zira nemarizun yanına vardı, ne ahvalin teftiş eyledü.
Pes Şeyh hazretletleri, heman devat ve kalem getirdüp falan falan edviyeye getirsünler diye buyurdu.
Getirdüler, ilaç eyledü.
Heman saat eser-i sıhhat zahir oldu.
Taşra çıkacak bana eğitdi: tınmaya idüm bu kişiyi helak ettiler idi.
Şeyhün tababet-i surî ve manevisinde hiç söz yoktur.
Hatta dirler ki: yürüdükleri yerlerde otlar ana, söyleyip ben falan maraza devayım derler idi.
Lokman-ı vakt idi hikmette."
II. Mehmet Han ordusuyla Konstantin şehrine yürürken hak dostlarını da yanında görmeyi arzu ettiği için, İstanbul’un fethine Akşemseddin ve diğer şeyhler müritleriyle birlikte katıldılar.
Abdürrahim Karahisarî de Akşemseddin ile birlikte İstanbul fethine katılır.
Daha sonra Akşemseddin ile birlikte İstanbul’dan ayrılır.
Bu ayrılışı konusunda, şöyle bir rivayet vardır: İstanbul’un fethi sırasında Fatih Sultan Mehmet, Akşemseddin’i ziyaret amacıyla çadırına gelir.
Abdürrahim Karahisarî, Akşemseddin’in isteği üzerine şeyhinin içeride zikirle meşgul olduğunu söyleyerek Fatih’i içeri almaz.
Bu duruma öfkelenen Fatih, “fetihten sonra bu dervişi cezalandıralım” der.
Fetihte sonra Abdürrahim’i Akşemseddin’e şikâyet eder.
Bunun üzerine Abdürrahim Akşemseddin’in himmetiyle Afyonkarahisar’a gönderilir.
Fetihten kısa bir süre sonra İstanbul’dan ayrılmış olması, ayrıca Münyetü’l Ebrar ve Gunyetü’l Ahyar adlı eserlerinin ilk telifinden üç dört ay sonra İznik’te yazdığı ikinci nüshasına fethe ait kıtayı koymaması Karahisarî’nin Fatih’e kırgın olduğunu düşündürüyor.
Onun Afyonkarahisar’a döndüğünde, 45–50 yaşlarında olduğu muhakkaktır.
Akşemseddin’in yanında geçirdiği uzun yıllardan sonra memleketinde yazmış olduğu Vahdetname adlı eserinde rastladığımız “ey oğul, ey püser hitapları” onun artık olgun bir yaşta olduğunu gösteriyor.
Kendisine verilen icazetle Bayramiyye tarikatının halifesi olan Karahisarî memleketine geldikten sonra ağabeyi Musluhuddin’in yardımıyla büyük bir vakıf kurar.
Bu arada daha sonra vezir olacak olan Kasımpaşa, Abdürrahim’e intisap eder ve kervansaray, mescit, Alaca hamamı yaptırarak vakfeder.
Gelirini ve metevel iliğini Abdürrahim Karahisarî’ye verir.
Daha sonra mescidini genişleterek cami haline getirir.
Karahisarî muhtemelen önce Sarıkız tepesi eteklerinde yer alan ve “şehre küstü” olarak bilinen mahalleye yerleşir.
1528’de 13 neferin bulunduğu şehre küstü mahallesine deftere kayıtlı olmayan 40 nefer dervişin bulunduğunu ve bunların şeyh Abdürrahim’in dervişleri olduğu bilinmektedir.
Burada çok sayıda mülk evleri olan şeyh Abdürrahim, bu evlerin bir kısmını bu dervişlere vakfeder.
Karahisarî’nin Afyonkarahisar’a 1453 ‘de gelişinden sonra şeyhi Akşemseddin’in vefatı üzerine 1459 tarihinde Göynük’e gittiğini çeşitli kaynaklardan öğreniyoruz.
Bu konuda Menakıb-ı Akşemseddin adlı eserinde şunları kaydediyor:” Akşemseddin’in vefatından bir saat sonra halifesi şeyh Abdürrahim geldi.
Şu kadar zaman tamam olmadın gelüp yetişmiş olaydun, ruh-ı şerifleri falan makama varmamış olaydı, yine dilek iderdüm döndürürdüm, eluhdetü ala’r- ravi” bu konu Gelibolulu Mustafa Ali’nin eserinde şöyle kaydedilmiştir.
”Şeyh Abdürrahim, bundan sonra Akşemseddin hülefasından Mısrızade deyû meşhur olan azizdir.
Afyonkarahisar da doğup bağdehu azizin hizmetine geldiği ve envai mücahedattan sonra seccadeyi hilafete geçtiği ve tasavvufta behremend olup Vahdetname nâm bir kitap telif eylediği izanı ol eserden malumdur.
Mezburen müntakildir ki Akşemseddin vefat ettiğinde yabanda bulunup cenazesine can attı.
Ve geldiğinden sonra ağlayıp nice günler teessüf ettiği…”
Abdürrahim Karahiarî Vahdetname adlı eserinde de Akşemseddin’den şeyhi olarak söz etmekte ve Göynükten bahsetmektedir.
Abdürrahim Karahisarî bu eserini yazdığı sıralarda Gedik Ahmet Paşa kütüphanesinde müderrislik yapmaktadır.
Halkın halledemediği meseleleri kendisine danıştığı itibar ve itimat edilen bir kişidir.
Zamanımıza kadar ulaşan bahçeleri sıra ile sulama yöntemi olan “dolamayı” onun bulmuş olduğu anlatılır.
Karahisarî’nin birkaç defa evlendiği ve Niyaz adında bir kızının olduğu, kızını yakın arkadaşı ve müridi Kasımpaşa’nın oğlu Sofu Çelebi ile evlendirdiği biliniyor.
Karahisarî’nin Afyonkarahiar’da birçok arkadaşı ve dostu vardır.
Bunlar; Kasımpaşa, Vahdetnamesini kendisini ithaf etmiş olduğu Şehit Mahmut Paşa hem müridi hem de ölümünden sonra halifesi olan Ahmet Dede Balı, İmad bin Hacı Muhuddin, Abapuş Balı, Mimar Ayaz, Demiryalayan, Şehre küstü Yasin Dede ve Sofu Çelebidir.
Bunlardan başka vakfiyesinde şahit olarak isimleri geçen Afyonun tanınmış ve alim kişilerinden olan Mevlânâ Şeyh Nureddin b Şeyh, Hamza Fakih bin Hasan Fakih, Mevlânâ Yakup b Yusuf, Mevlânâ İdris bin İsmail isminde dostları da vardır.
Ömrünün son yıllarını, Gedik Ahmet Paşa tarafından Mimar Ayaz Ağa’ya yaptırılan taş medreseye Müderrislik yaparak geçirmiş olan Karahisarî, kendi yaptırdığı Saraçlar içindeki mescidi ve Kasımpaşa’nın yaptırdığı Mısrî Camiinde kuran okunması için vakıfta bulunur.
Evliya Çelebi’nin, Seyahatnamesinde AfyonKarahisar camilerini sayarken, Abdürrahim Efendi Camii diye bahsettiği yapı eski Saraçlar Çarşısı diye anılan yerde idi.
Cami 1635 yılında 1200 akçe ile tamir ettirilmiştir.
AfyonKarahisar’da 1794’teki büyük zelzelede, İmaret Camii ile Abdürrahim Camii önemli ölçüde harap olmuştur.
Karahisari ayrıca 159 adet kitabını ilim ehli kişilerin istifadesi için vakfetmiştir.
Kasım Paşa tarafından yaptırılan Mısrî Camii bitişindeki hangi tarihte yaptırıldığı bilinmeyen türbesinde metfundur.
Kasım Paşa Camii ve Mısrî türbesinin çevresi önceden mezarlık idi.
Türbe altında büyüklü küçüklü beş, on mezar vardı.
Üst kısmında olan sandukalardan büyük olanı Abdurrahim Mısrî’ye küçük olanı damadı ve halefi Kasım Paşa oğlu Kemaleddin (Sofu) Çelebi’ye aittir.
Cami haziresinde ise Kasım Paşa’nın mezarı bulunmaktadır.
Türbeye hem cami içerisinden hem de yan harimden geçilmektedir.
Ölümünden sonra tüm vakfiyesini kızı Niyaz Mütevelli olmuştur.
Abdürrahim MısrÎ Efendi’nin Eserleri:
1. Vahdetname; Abdürrahim’in en önemli eseri 1460’ta kaleme alınan ‘Vahdetname’dir.
Âşık Paşa’nın ‘Garipname’si tarzında ahlaki ve tasavvufi mahiyette yazılan bu mesnevi 3030 beyitten ibaret olup bir nüshası Afyonkarahisar Gedik Ahmet Paşa Kütüphanesinde, bir nüshası da İstanbul Üniversitesi Kütüphanesindedir.
Kimi nüshalarında kişilerde olduğu sanılmaktadır.
2. Münyetü’l Ebrar
3. Günyetü’l Ahyar
4. Tercüme-i Kaside-i Bürde
Eserlerin tamamı Türkçe’dir.
’Münyatü’l Ebrar ve Günyatü’l Ahyar’ın yazma bir nüshası İstanbul’da Molla Murat Kütüphanesinde, bir nüshası da Ali Emiri Kütüphanesinde kayıtlıdır.
Ayrıca bir nüsha da Afyonkarahisar Gedik Ahmet Paşa Kütüphanesinde bulunmaktadır.
Mısrî Sultan’ın öteki eseri ‘Kaside-i Bürde’nin bir nüshası İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanesinde, bir nüshası da Merhum Edip Ali Bakı Hoca’nın özel Kütüphanesindedir.
Son olarak, Abdürrahim Karahisarî’nin hakkında Edip Ali Bakı ve İsmail Hikmet Ertaylan’ın kitapları ile Hurşit Akbaş, Şaban Sözbilici, Sadi Gedik, Kâmil Sarıtaş, Saim Kıstırak, Erol Topal ve Ayşe Gülay Keskin’in yüksek lisans doktora tezlerinin olduğunu ilave edelim.
Halifesi: Dünürü Kasım Paşa’nın oğlu Kemaleddin Çelebi’dir.
(Damadı)