Bizim tarihimizde İslam’ın yayılması konusunda yaşayış ve sohbetleri ile, kılıçtan daha ziyade etkili olmuş, insanların gönülden İslam’a bağlanmasına, guruplar halinde İslam’a girmesine, çağ açıp çağ kapayan sultanların yetişmesine, tarihin akışının değiştirilmesine ve asırlarca insanlara Ruhaniyetleriyle yön verdiğine inanılan büyük insanlar ve veliler vardır. İşte bu büyük insanlardan birisi de Emir Sultan Hazretleri’dir.

On dördüncü yüzyılın sonlarına doğru Osmanlıların kuruluş devrinde Bursa’da yaşayan, tefsir, hadis, kelam alimi ve mutasavvıf büyük veli. Emir Sultan Buharalı bir Türk bilginiydi.

İsmi, Muhammed bin Ali el-Hüseyni el-Buhari olup, lakabı Şemseddin’dir. 1368 (H.770) 1368 yılında, Orta Asya’da Buhara’da doğdu. Babasının adı Ali’dir. Soyu, Peygamber efendimize dayanır.

Ona, Buhara’da doğduğu için Muhammed Buhari, Seyyid olduğu için Emir Buhari, Yıldırım Bayezid Hanın damadı olduktan sonra da Emir Sultan denilmiştir.

Emir Külâl ismiyle tanınan babası geçimini çömlekçilikle sağlayan bir veli idi. Buhara’da sevilir ve duasını almak için kendisine sık sık başvurulurdu. Nakşibendi’ye tarikatına mensuptu. Emir Külâl oğlunu yetiştirmek için büyük gayret gösterdi. Onu sağlam bilgi ve ahlâk temelleri üzerinde yetiştirmeye çalışan Emir Külâl, oğluna, bir mesleğe sahip olması için, çömlekçiliği de öğretti.

Emir Sultan küçük yaşta annesini kaybetti ve öksüz kaldı. Babası onun annesizliğini aratmayacak ölçüde ona yaklaştı ve sevgi bağı kurdu. Babasının ona sık sık verdiği nasihatlerden biri şöyle idi:

“Ey oğlum! Peygamber efendimizi, babandan, anandan daha fazla sevmelisin.

Soyunla öğünmemelisin, ağzından hiç yalan çıkmamalı.

Her günü ömrünün son günüymüş gibi tamamlamaya çalışmalısın.

İlim öğrenmekte asla erinip üşenmemelisin.

Aksakallı da olsan, düşmanla cihadı bırakmamalısın.

Selâm vermeden hiç bir topluluğa girmemelisin.

Nikâhsız bir kadınla oturmamalısın.

Kur’ân-ı kerîm rehberin, hadîs-i şerîfler ise yol göstericin olacaktır.

Ey oğlum! Hayat her yönü ile senin için bir mekteptir.

Hayır’a koş, kötülükten kaç.

En büyük silahın, Allah Teâlâ’ya ettiğin duandır. Bunu asla unutma!”

Babasının bu şekildeki nasihatleri ile yetişen Emir Sultan ayrıca, birçok tasavvuf ehlinin sohbetlerine de devam etti.

Emir Sultan 17–18 yaşlarına geldiğinde babası vefat etti. Babasının vefatından sonra bir müddet Buhara’da kaldı. Sonra aldığı ilahi emir üzerine Mekke’ye gitti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra Medine’ye geçti. Niyeti, ceddi Resulullah efendimizin mübarek kabirlerine yakın bir yere yerleşmek ve ömrünün sonuna kadar orada kalmaktı.

Medine’ye geldiği zaman, kalacak bir yer bulamadı. Seyitler için ayrılmış bir oda olduğunu duydu ve oraya gitti. Orada bulunanlar, seyit olduklarını ve odanın kendilerine tahsis edildiğini söyleyerek, Emir Sultan’ı yanlarına almak istemediler. Emir Sultan onlara; “Ben de Seyyidim.” dedi ise de dinlemediler. Emir Sultan onlara;” Gelin beraber kâinatın Efendisi Resulullah Efendimizin türbesine gidelim. Selam verelim. Hangimizin selamına cevap verirse, onun nesebinin sahih olduğu belli olsun.” dedi.

Bu teklif üzerine, onlar Peygamber efendimizin türbesine dönerek; “Esselamü aleyke ya ceddi!” dediler. Fakat hiçbirine cevap gelmedi. Emir Sultan; “Essela mü aleyke, ya ceddi!” dedi. Resul-i Ekrem mübarek sesiyle “Ve aileyken selam, ya veledi!” diye cevap verdi. Bunun üzerine orada bulunanlar, Emir Sultan karşısında büyük bir mahcubiyet duydular ve af dilediler.

Emir Sultan hazretleri bir rüya gördü. Rüyasında Peygamber efendimiz ve hazret-i Ali yanana oturmuş halde idiler. Hazret-i Ali ona; “Ey Oğlum! Sana Cenap-ı Hak tarafından ceddin Muhammed’in sünnetini, takva yoluyla öğretmen için Rum iline gitmen işaret olundu. Senin önünde, ilerleyen nurdan üç kandil belirecek, o kandiller nerede gözünden kaybolursa orada kalacaksın. Mezarın da orada olacak.” dedi. Emir Sultan uykudan uyanınca; “Demek ki takdir-i ilahi böyle.” diyerek yola çıktı. Hazret-i Ali’nin dediği gibi, üç kandil ona kılavuzluk etti.

Emir Sultan, Medine’den yola çıkıp Bursa’ya doğru gelirken, yolda bir beyin oğlu, Emir Sultan’ı gördü ondan kendisini talebeliğe kabul etmesini istedi. Emir Sultan onu talebeliğe kabul etti. Bir süre sonra bir yol kavşağına vardılar. Oranın yerlisi bir kişi, yolda, geçit vermeyen bir ejderha olduğunu söyledi o yoldan gitmemelerini tembih etti.

Emir Sultan’ın önünde giden kandil o yolu gösterdiği için, o yoldan ilerlediler. Bir süre sonra yol kenarında bir ejderhanın uzandığını gördüler. Ejderha, şerefli bir misafiri bekler bir haldeydi ejderha Emir Sultan’ın devesinin ayaklarına kapanarak; “Hoş geldiniz Şeyhim! Emrinizdeyim!” dedi.

Emir Sultan’ın kafilesi, Sakarya Nehri kenarında bir bahçede konaklamıştı. Talebelerden birinin canı hurma istedi. O sırada talebenin önünde bir hurma ağacı yükseldi. Üzerinde olgun meyveleri vardı, talebe “Acaba eskiden burada mıydı? Yoksa ben bunu görmedim mi?” soruları zihnini kurcaladı. Emir sultanın bir kerametiydi.

Emir Sultan hazretleri Bursa’ya geldiği zaman, önündeki nurdan üç kandil gözünden kayboldu. Böylece Emir Sultan Bursa’ya yerleşti.

Bu sırada Yıldırım Bayezid Han Macarlarla savaşıyordu. Düşman kuvvetleri, Osmanlı ordusuna büyük zayiat verdiriyordu. Bu esnada bir genç, yaralıların yaralarını sarıyor, bazen da ellerini açıp dua ediyordu. Kolundan yaralanan Yıldırım Bayezid, bu genç askerin gayret ve maharetle yaraları sardığını görünce, o gence karşı kalbinde bir yakınlık hasıl oldu. Yanına kadar giderek; “Benim de kolumda yara var, yaramı sar!” deyince, Emir Sultan cebinden bir mendil çıkarıp; “Buyurun Padişahım, sizin yaranızı da bu mendil ile sarayım.” dedi. Sabah olunca, sarılan bütün yaraların iyi olduğunu, askerlerin ayağa kalktıklarını Yıldırım Bayezid Hana haber verdiler. Yıldırım Bayezid de merak edip kendi yarasını açarken, kolundaki mendilin, hanımının nişanlı iken kendisine hediye ettiği mendilin yarısı olduğunu fark etti. Akşam yaraları saran askerin, yanına getirilmesini emretti. Fakat o kimseyi bulamadılar.

Osmanlı ordusu daha sonra Niğbolu Kalesi önlerine geçti. Niğbolu Kalesinin fethi için günlerce kanlı çarpışmalar oldu. Kale bir türlü fethedilemedi. Hücumların en şiddetli anında, daha önceki muharebede askerlerin yaralarını saran genç, kale kapısını ardına kadar açtı. Yıldırım Bayezid ve askerleri kaleye girdiler. Kaledekiler teslim olmak mecburiyetinde kaldılar. Zaferden sonra bu genci aradılar, bulamadılar. Yıldırım Bayezid Han, Rumeli fethinden sonra Bursa’ya gelmeyip Edirne’de konakladı.

Bu sırada Yıldırım Bayezid’in kızı, rüyasında Peygamber efendimizi gördü. Resul-i Ekrem ona;

 “Oğlum Muhammed Buhari ile evlen, sakın beni kırma ve sözümü dinle!” buyurdu. Hunda Fâtıma Sultan, rüyasını kimseye söyleyemedi. Ertesi gün yine Resul-i Ekrem’i rüyada gördü. Server-i âlem, ona;

“Eğer ahirette benden şefaat etmemi istiyorsan, Muhammed Buhari ile evlen.” buyurdu. Hâlbuki Hunda Fâtıma Sultanın, Rumeli Beylerbeyi Süleyman Paşa ile evleneceği söylenmekte idi. “Acaba Emir Buhari’nin bundan haberi var mı?” dedi. Hizmetçisine rüyasını anlattı durumu Emir Sultan’a bildirmesini söyledi. Hizmetçisi durumu Emir Sultan’a anlatınca, o;

“Bizim de malumumuzdur. Nikâhımız, Allah Teâlâ tarafından kıyıldı. Dinimiz üzere burada da kıyılması gerekir. Durumu Hunda Fâtıma Sultan’a iletin.” dedi. Bunun üzerine Emir Sultan, dünürler gönderip sultanın kızını istedi. Fakat Valide Sultan kızını vermek istemeyip, işi zora sürerek, dünürlere;

“Emir Sultan’a söyleyin, kırk deve yükü altın getirirse kızımı veririm.” dedi.

Emir Sultan hazretleri de;

“Sultan validemiz develeri göndersinler, İstediği altınları gönderelim.” Saraydan kırk deve gelince Emir Sultan, develerle Nilüfer Çayının kenarına gitti. Develeri getirenlere; “Heybeleri bu kumlarla doldurun, sizler de istediğiniz kadar alın. Aldığınız altın olsun.” buyurdu. Kimisi şüphe ederek bir şey almadı. Kimisi de heybeleri ve keselerini doldurdular. Kırk deveden meydana gelen kervan saraya girince,

Emir Sultan;

“Boşaltın, istediğiniz altın olsun.” dedi. Heybeler boşaltılınca, hepsi altın çıktı.

Emir Sultan ile Hunda Fâtıma Sultan’ın evlenmelerine karar verilince, Fâtıma Sultan, kendi el işlemesi gömlek ve çamaşırları Harem ağası ile Emir Sultan’a gönderdi. Emir Sultan, bohça geldiği zaman bir odada mangal yakmış, talebeleri ile sohbet etmekte idi.

Harem Ağası “Valide Sultan’dan.” diyerek, bohçayı Emir Sultan’a verdi.  Emir Sultan, bohçayı açıp içinden bir mendil aldı. Mendilin içine birkaç köz parçası koyup, mendili kapadı, Harem Ağası’na;

“Valide Sultan’a selâm söyleyiniz. Kabul etmelerini arz ederim.” dedi. Harem Ağası, hediyeyi Valide Sultan’a teslim etti, mendilin içinden elmas parçaları çıkmıştı.

Nikâh haberi Edirne’ye ulaşınca, Yıldırım Bayezid, Süleyman Paşa’yı, Emir Sultan’ın ve Hunda Hatun’un başlarını getirmesi için Bursa’ya gönderdi. Süleyman Paşa Bursa’ya gelince, Valide Sultandan onları istedi. Valide Sultan vermeyince, kırk asker, Valide Sultan’ın sarayına saldırdıysa da Emir sultanın kerametiyle başarılı olamadılar.

Padişahın, Emir Sultan’ın ve kızı Hunda Sultan’ın öldürülmesi için Bursa’ya asker gönderdiğini duyan Molla Fenari, Yıldırım Bayezid şu mektubu yazdı:

Sultanımızdan bir ricamız vardır. Dün öldürülmesini emrettiğiniz Emir Sultan, Resul-i Ekrem’in neslinden hürmete değer bir insandır. Bu zât gibi temiz kalpli, Peygamber neslinden bir kişi, zamanımıza kadar Anadolu’ya ayak basmamıştır. Buna benzer aslı temiz bir kimseyi elleri hediyeler dolu davetçiler göndererek Buhara’dan Anadolu’ya getirmeye çalışsaydınız, sizin için ebedî bir şeref olurdu. Böyle yapmadığınız hâlde, manevi irade üzerine yurdumuza gelen bu zât dolayısıyla Peygamber efendimize yakınlık kazandığınız takdirde, dünya ve ahiret saadetiniz artacaktır.

Şunu da bildireyim ki, bu damadınız, Peygamber Efendimizin; “Ümmetimin âlimleri, İsrailoğlularının peygamberleri gibidir.” buyurduğu kimselerdendir. Eğer bir daha onun başını kestirmek için asker gönderirseniz, bütün yurdumuzun felâketi olacağından şüphemiz yoktur. Son ferman sultanımızındır.”

Aradan günler geçtikten sonra Bursa’ya dönen Osmanlı ordusunu ve sultanı karşılayanlar arasında Emir Sultan da vardı. Yıldırım Bayezid, onunla

Selamlaşınca, harp meydanında askerlerle kendi yarasını saranın bu genç olduğunu anladı.

Emir sultan “bendeniz damadınız Muhammed Şemseddin.” dedi. Yıldırım Bayezid Han atından inerek onunla kucaklaştı ve gözyaşlarını tutamayarak ikisi de ağladılar.

Sultan Yıldırım Bayezid Han, Niğbolu zaferinden sonra kazanılan ganimetler ile Müslümanların ibadet etmeleri için, Bursa’nın güzide bir yerinde câmi yaptırmak istedi. Bugünkü Ulu Câminin yeri uygun görüldü ve arsa sahiplerine mülklerinin bedelleri verildi. İçlerinden bir hanım; “Ben evimi satmam.” diye inat etti.  Sultan Bayezid, Emir Sultan’ın huzuruna giderek durumu anlattı.

Emir Sultan; “Her işin gerçekleşeceği bir vakit vardır.” diyerek Sultanı teselli ve teskin etti. O gece kadın bir rüya gördü Herkes Cennet tarafına gidiyordu. İhtiyar kadın da onlar gibi Cennet’e gitmek istedi. Fakat yürümeye gücü olmadığı için, Arafat meydanında yapayalnız kaldı. Bunun üzerine kadın feryat etmeye başladı. O sırada gaipten bir ses; “Eğer sen de Cennet’e gitmek istersen, Yıldırım Bayezid Hana evini sat, inat etme, bu rüya üzerine kadında evini sattı ve câminin yapılmasına vesile oldu.

Emir Sultan çok gayret göstermesine rağmen, Timur-Yıldırım çarpışmasının önüne geçemedi, Sultan Bayezid Han ile görüşmesine rağmen, kararından dönmeye niyetli olmayan Padişahı, savaştan vazgeçiremedi. Savaş Yıldırım Bayezid’in aleyhine sonuçlandı.

Yıldırım Bayezid’in Ankara Savaşı mağlubiyetinden sonra, Amasya’da bulunan Şehzâde Çelebi Mehmet, Bursa’ya hareket etti ve Osmanlı tahtına geçti.

Bir gün sohbet esnasında bir zât, Emir Sultan’a, Peygamber efendimizin miraca çıkmasının cismani mi, yoksa ruhani mi olduğunu sordu. Emir Sultan hazretleri buyurdu ki:

“Ceddim Resul-i Ekrem, miraca bedeniyle çıktı. Mekânsız, zamansız, cihetiz, sıfatsız olarak Allah telayı gördü. Gözsüz, kulaksız, vasıtasız, ortamsız olarak Rabbi ile konuştu. Bu hususta kimsenin şek ve şüphesi olmasın. Bunun doğruluğu, Necm süresinde bildirilmiştir. Resul-i Ekrem için cümle melâike ve bütün mahlûkat salavat getirirler. Böyle yüksek bir zatın miracında, bedenen veya ruhen olmasında şüpheye gerek yok. Bu beden, göz ve kulaklar, günde bir defa değil, dört yüz kere miraç yapabilir. Buna şüphe etmemek gerekir. Allah Teâlâ bir hadis-i kudside; “Ey Habibim, sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım.” buyuruyor. Bu hadis-i kutsi, bunun doğru olduğunu gösterir.”

Emir Sultan hazretleri buyurdu ki: “Allah telanın yolunda olan bir kimsenin kalbinde, Allah telaya kavuşmaktan başka bir arzu bulunmaz.”

Talebelerinden birisi anlatır: Bir gece rüyamda şöyle gördüm: Bursa’nın uzak kasabalarından birkaç kişi:

“Bursa’da bir evliya var. Allah telanın izniyle ne hacetin varsa verirmiş.” diye yola çıktılar. Ben de yatakta yatıyordum. Onların dediklerini duyunca, aralarına katılarak, biz de duasını alalım diye birlikte Bursa’ya gittik. Dergâha girip Emir Sultan’ı görünce bayılmışım. Aklım başıma gelince, ayağa kalkacak takati bulamadım. Emekliye emekliye Sultan hazretlerinin yanına vardım.

“Sultanım, beni talebeliğe kabul edin!” dedim. “Kabul eyledik!” diyerek mübarek elleri ile sırtımı sıvazladılar. Heyecanla uyandım. Rüyamı anneme anlattım ve tabir etmesini istedim. Annem; “Sen hemen o büyük velinin yanına koş, himmetine kavuşarak duasını al.” dedi. Hemen yola çıktım. Bir grup insanın, rüyamdaki gibi; “Gidip Emir Sultan’ı ziyaret edelim. Onun duasını alalım.” diye yürüdüklerini gördüm. Aralarına katılarak, rüyamdaki gibi, sırayla dergâha girip huzurlarına çıktık. Emir Sultan’ın mübarek nazarlarına kavuşunca, aklım başımdan gitti. Düşüp bayıldım. Aklım başıma gelince, ayağa kalkamayıp, emekleyerek ayakuçlarına kadar gittim. “Bizi talebeliğe kabul buyurun Sultanım.” deyince; “Biz seni talebeliğe kabul edeli kırk yıl oldu.” buyurdular.

Hacı Bayram-ı Velî, talebelerinden bir kısmı ile Bursa’ya gitti. O sırada Emir Sultan’ın Bursa kalesi kenarındaki evleri harabeye döndüğü için, ustalar tarafından tamir ediliyordu. O esnada marangozlar ellerinden büyük bir ağacı düşürdüler. Emir Sultan’ın mübarek bakışları düşen ağaca ilişince, ağaç boşlukta kaldı. Hacı Bayram-ı Velî bu olaya şahit oldu ve içinden;

“Herhâlde Emir Sultan, bana kerametlerinden birini göstermek istedi.” diye geçirdi. Emir Buhari ona; “Biz, bununla size keramet göstererek evliyadan biri olduğumuzu ispatlamak istemedik. Kale kenarında çocuklar oynuyorlardı. Ağaç onların başına düşüp ezilmesinler diye böyle yaptık. Gayemiz, çocukları büyük felâketten kurtarmaktı.” dedi. Çocuklar oradan kaçtıktan sonra ağaç yere düştü.

Bursa tüccarlarından Hoca Kasım, Emir Sultan’a bir sarık hediye etti. O da tüccara bir miktar para verdi. Hoca Kasım, o parayı alarak kesesine koydu ve çarşıda gezerken, otuz bin dirheme satılan büyük bir elmas gördü. Onu almak istedi, fakat kesesinde o kadar çok para olmadığını bildiği için üzüldü. Sonra aklına, kesesindeki paraları saymak geldi. Paraları sayınca, otuz bin dirhemden fazla olduğunu hayretle gördü. Hemen o elması aldı. Aynı gün elmastan anlayan bir Yahudi, o elmasa yüz otuz bin dirhem verince, Hoca Kasım Yahudi’ye elması sattı. Bunun Emir Sultan’ın bir kerameti olduğunu anlayan Hoca Kasım, Emir Sultan için bir dergâh yaptırdı.

Emir Sultan, bir gün öğle namazını kılmak için evinden dışarı çıktı. Talebeleri de onu takip etti. İçlerinden Mûsâ Baba; “Sultanım! Ne olaydı, şurada bir su aksaydı da Müslümanlar namaz için abdest alsaydı.” dedi. Bu sıra Emir Sultan, asasına dayanmış tefekkür ediyordu.  Besmele çekerek, asasını yerinden oynattı. Oradan bir su kaynayıp coştu.

Emir Sultan hazretlerinin yayı ve bir de oku vardı. Bunlar, gazada kullanılmak üzere asılı dururdu. O yaya ok koydukları zaman, kırk ok çıkar, kırk kişiye isabet ederdi. Her nereye atmak isterse, bir talebesinin eline verir, o tarafa atmasını emre ederdi. Şeyhülislamın da hazır bulunduğu bir gün, Emir Sultan okunun ve yayının getirilmesini istedi. Getirilen ok ve yayın, Şeyhülislama verilmesini emre buyurdu. Emir Sultan ona; “Oku doğuya doğru at. Ok nereye düşerse, mezarımız orası olsun.” buyurdu. Şeyhülislam, emirleri üzerine oku attı. Ok, şimdiki türbenin olduğu yere düştü.

Emir Sultan 1430 (H.833) senesinde Bursa’da veba hastalığından vefat etti. Vefat ettiğinde 63 yaşındaydı. Emir Sultan vefat ederken, Hacı Bayram-ı Velî’nin yıkayıp, cenaze namazını kıldırmasını vasiyet etti. Hacı Bayram-ı Velî gasil ve tekfin işlerini yaptı ve cenaze namazını kıldırdı. Okun düştüğü yer olan Bursa’nın doğu kısmında yüksekçe bir yere günümüzde kendi ismiyle anılan semte defnedildi.

Emir Sultan hazretlerinin türbesi yapılırken türbeyi yapan zat, rüyasında Emir Sultan’ı gördü. O zata; şurayı şöyle yap, burayı böyle yap diye, türbesi bitinceye kadar, her gece rüyada emir verdiler. O zat, türbe yapımını bitirdikten sonra, bir daha Emir Sultan’ı rüyasında görmedi.

Yavuz Sultan Selim, Mısır seferine çıktığında Yenişehir’de bulunduğu sırada Bursa’ya gelerek, atalarının kabirlerini ziyaret etti. Emir Sultan hazretlerinin türbesine gelip, onun ruhaniyetinden yardım dilerken, Emir Sultan hazretlerinin kabrinden; “Ya Selim! Duhulü Mısra İnşallah âmin! (Ey Selim! İnşallah Mısır’a emniyet içinde giresiniz!)” diye bir nida işitildi. Duyanlar; “Müjdeler olsun padişahım! Size Mısır’ın fethi müjdelendi!” dediler.

Emir Sultan’ın vefatından yaklaşık iki asır sonra, yanında Arslan ile dolaşan bir zat Bursa’ya geldi. Emir Sultan’ın türbesini ziyaret etti. Bu sırada aslanını bir ağaca zincir ile bağladı. Biraz sonra zincirini koparan Arslan, aşık gibi türbenin kapısına geldi ve gözlerinden yaş aka aka Emir Sultan’ı ziyaret etti. Sonra olduğu yere dönerek sahibini bekledi.