Ben şimdi bu yazımda birazcık onlardan bahsedeceğim. Bankamatik memuru demek sanmayın ki banka bankamatiklerini denetleyen, içerisine para koyan, arızalarını gideren, yeni yazılımlar ekleyen kastım bu işi yapanlar değil.Ülke genelinde çok sayıda belediye var, çeşitli partilerden seçimi kazanmış, belediye başkanlığı koltuğuna oturmuş başkanların insiyatifinde, her ay düzenli olarak maaş alan memurlar var. Yani hiç bir iş yapmadan gidip, her ay kartını bankamatiğe sokup, maaşını alan ve sonrada bu maaşı çatır çatır yiyen memurlar. Her yerde var her yerdeler. Çok sayıda gencimiz iş uğruna binlerce takla atarken, çok sayıda gencimiz evine ekmek götürmekte zorlanırken, bu memurlar, sanki hak etmişcesine, her ay gidip maaşlarını düzenli olarak alıyor. Yani resmiyette evrak üstünde sorumlu ve görevliler ama, gerçekte yatarak maaş alıyorlar. İşi hakedene, emek harcayana, alın terine zerre kadar lafımız ve sözümüz olamaz ama, gelin görün ki, bu haksız yere maaş alan ve hak etmediği parayı alan kişiler ve bu kişilere imkan ve olanak sağlayanlar, tüyü bitmemiş yetimin hakkını hangi vijdana dayanarak, peşkeş çekiyor? İşte insanın yüreyiğini acıtan tarafı da bu aslında. Bu şekilde maaş alanların aslına bakarsanız, sokakta mendil satarak, geçimini sağlayan kişiler kadar onuru ve gururu yok. Ben 45 yaşındayım daha bu yaşıma kadar, hiç bir yerden bir tırtırlı kuruş maaş almadım, tamamen kendi çabalarımla, imkanlarımla evimi geçindiriyorum çok şükür. Kimseye de muhtaç değilim. Gazetecilik mesleğini onurumuzla, şerefimizle yapmaya çalışıyoruz velhasılı. Tabi yaptığımız iş, tanıtım ve destekle ayakta kalan kurumlar statüsünde, bizler üç kuruşluk tanıtım ve destek ilanı istediğimizde, bizlere bin dereden su getirtenler, kendi yandaşlarına, candaşlarına gelince, hiç bir iş yaptırmadan oluk oluk para akıtıyorlar. İşte insanın canını sıkan en önemli konu da bu. Gazeteci olarak dile getirmeye kalkınca da senden kötüsü olmuyor. Yani bizlere üç beş yüz liralık reklamı çok görenler belediyelerde, adeta deyim yerindeyse, at koşturuyorlar. Ellerinden gelse biz gazetecileri bir kaşık suda boğacak konumdalar ama sırf beni yazmasın, aman bana dokunmasın bende istediğim gibi at koşturayım diyerek, mecburiyetten de olsa, zorda olsa ölmeyecek kadar destek veriyorlar. Lafa gelince basının bir güç olduğunu, denetleyici olduğunu, kurumları harekete geçirdiğini dillerinin ucuyla istemeyerek te olsa söylemek zorunda kalıyorlar. Biz ne dersek diyelim, ne söylersek söyleyelim bir defa atı alan Üküdar’ı geçmiş hesabı. Düzelecek mi? Değişecek mi? Değil elbet ama, biz yine de dile getireceğiz.
Yorumlar