Uydu üzerinden yayın yapan ulusal tv TEMPO'de biri üniversite öğrencisi olmak üzere iki Azeri kadınla GAZETECİLERLE GÜNDEM adlı programımı yapmaya giderken daha önce de 5 yıla yakındır kesintisiz devam eden canlı yayın programlarıma katılan ve program masanızda niye Azerbaycan bayrağı yok diye sitem eden Gazeteci yazar Kamala Rustamova'nın ve diğer Azeri konuklarımızın 'Bize Azeri demeyin, çünkü biz Azerbaycan Türküyüz'  diyerek haklı tepkileri vardı..


Çünkü bir yanda emparyalistlerce  dizayn edilen Ortadoğu'da kendince siyaset izleyen Türkiye'nin de içinde olduğu Türk Birliği oluşumunda ortaya konacak olan samimiyetin önce insanların diline, ırkına ve bayrağına saygıdan gelir diyen Azerbaycan konukları Azerbaycan'da gittiğiniz her evde, iş yerinde Azerbaycan bayrağının yanında kardaş dediğimiz Türk Bayrağı da var diyorlardı 
Evet, 'İki devlet bir millet' diyen Azerbaycanlıların bu anlamlı sistemlerine baktığımızda Devlet Bahçeli'nin 'Tüm dünya barışırken biz niye barışamayız?' çıkışında yeniden tartışılan ve adına 'Kürt Sorunu' denilen, içinde dil, din, kültür olan ülkemizdeki kardeşlikten dem vurmak ne kadar kolaydır bilmem..


İşte tamda burada bir çok parti, cemaat, stk kısacası seçmenin büyük bölümünün oy verdiği ve son olarak MHP'nin katkısıyla  23 yıla yakındır başımızda olan iktidara sormak isterim. Hükümetin bir zamanlar yani adına '1. Barış Süreci' denen dönemde Antalya’da düzenlediği ve fikir babalarının arasında Ardahan AK Parti eski Milletvekili Prof. Dr. Orhan Atalay’ın da bulunduğu Milli Eğitim Şurası tartışmaları sonrası alınan kararları hatırlayanınız var mı?


Bilmem ama o çok tartışılan şuraada, ‘Okullar da Din ve Osmanlıca Eğitim’ çalışmaları vardı ve başta muhalefetin olmak üzere bir çok kesim tarafından sert bir dille eleştirilmişti. Ve asıl konu, yani yıllardır istenen Kürtçe eğitimin her ne hikmetse hiç tartışılmadığı bir o kadar konuşulduğu  ve tartışıldığını da hatırlıyoruz. 


Bu ülkenin birinci gündem maddesi olan ve MHP'nin bile muhatap aldığı, bu sorunun çözümü için masanın karşı yakasında Öcalan'ın başında olduğunu ima edip, meclise kadar davet ettiği Kürt Sorununun  bu ülkenin kanayan asıl yaralarından ilki olan Kürtçe Eğitim’inin, Din ve Osmanlıca Dersleri tartışmalarının gölgesinde kalması dikkat çekerken, hükümete yüklenen muhalefetin de bu yönde hiç ağzını açmadığını görmekteyiz.


Evet, bu ülkede özgürlüklerin sadece bana denilmeye devam ettiği bir süreçte gavurca denilen İngilizce eğitimin serbest olduğu, buna örnek okullarda, 'Osmanlıca da okutulmalı, isteyen Din dersini de almalı" derken 'Kürtçe’nin de resmi dil ve ders olması gerekmez mi?' diye de sorulunca nedense akan sular durmasa da uzatılan eller bir anda sertleşip yumruk oluveriyor..


 Hükümetin özgürlükler adı altında getirmeye çalıştığı,  Erdoğan’ın, ‘Öyle ya da böyle Osmanlıcayı getireceğiz’ demesi ve önünden bugüne kadar art arda çıkarılan genelge ve ortaya konulan uygulamalarla adeta kanunlaşan Arapça ne kadar insanca haksa "Kürtçenin dersler de, eğitim de ve resmiyette istenmesi de o kadar haktır..' diye düşünüyorum.


Ve ben de 10 Aralık İnsan Hakları Gününde Kürtçe dersi müjdesi beklerken ülkedeki Kürt siyasilerin, aydınlarının ortaya bir politika koyamayıp, yıllardır sağa, sola. ileri, geriye yalpalandıklarını meclise davet edilen bizzat Öcalan'ın dediği de aklıma geliveriyor. Ve benim gibi milyonlarca Kürt seçmenin oy verdiği ama 'Salla başını, al maaşı' ndan öteye gidemedikleriyle eleştirilen  siyasetçierin Bahçeli kadar yine etkili bir poltika ortaya koyamadıklarına şahit olurken dışta ise yani Suriye'deki Kürtlerin de kurdukları hayallerle çizdikleri sarı yakada sanki yeni bir kazık yiyecekleri ve alanı insan kanıyla kırmızılaştırmak isteyen dillerinin okullarda, derslerde yer alması istenen Araplardan arkadan hançerlendikleri haberini alıyorum..