İmralı’da tutuklu bulunan Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının yıldönümü 15 Şubat’ta bir çağrı beklerken, Ardahanlı hemşerim vali Ozan Balcı’nın olduğu Van’dan gelen çelmenin şoku ile yeniden gerilen ortama karşın, sınır ötesinden Barzani ve diğerleri ile görüşmeye gidenlerin birlikte götürdükleri mektubunda kazasız, belasız olarak adresine ulaştırıldığını da öğreniyoruz.
Ve bu gün dolayısıyla yani 15 Şubat nedeniyle günler öncesinde başta Güneydoğu’da olmak üzere ülkede ve dünyanın çeşitli merkezlerinde protestoların gölgesinden devam ettiğini takip ettiğimiz adı konulmayan yeni sürecin sekteye uğramaması için dudakların, ısırılan dişlerle kanatıldığını da his ediyor, görüyor, üzülüyoruz..


Bahçeli’nin uzattığı el ile haftalar öncesi başlayan adı olmayan sürecin bir taraftan kayyum atamaları ile diğer taraftan başlayan ve gecikildikçe daha da artması beklenen protestoların, adeta Ankara-İmralı arasında süren barış görüşmeleri hatırı için gerek ulusalcı basın hariç iktidar yanlısı veya samimi, tarafsız, sadece işi gazetecilik olanların oluşturduğu ülke basını gibi karşı tarafın yayın organlarınca da 8 sütuna manşetlerle kara haberler yapılıp, üzerine üzerine bastırılıp, tüm toplumu gerecek şekilde gündeme taşınmadığını da ‘Oh’ diyerek görüyor, okuyor, izliyoruz..


‘En doğrusu bu..’ diyerek, bizlerin de katıldığı bu politikanın ve desteğin devam ettiği bu önemli sürecin bir an önce barışla sonuçlanması gerektiğini ısrarla belirten aydınlar, tarafların bir birlerine yönelik samimiyetinin yanında kayyum atamaları ve gereksiz tartışmalar gibi sert çıkışları da bir kenara bırakıp, yeniden ‘bir fırsat’ denen ve başta ulusalcıların, İsrail ve bölgeye yeni bombalar yığan onun babası Amerika’nın, Avrupa’nın bölgeye ilgili hesaplarını bozacak olan Ankara-İmralı sürecinin heba edilmemesini istemekteler..
Başta Ankara’nın olmak üzere DEM’in ve diğer aktörlerin gereksiz bir şekilde ‘İmralı’ya yeniden gidilecek mi?’ tartışmasına devam ederlerken, sınır ötesi Suriye’nin doğusunda, sarı bölgesi sınır edilen ve süreç gibi sessizce akan Sajur, Balikh ve Habur derelerinin de beslediği Fırat nehrinin yakasında yeni çatışma sinyallerinin geldiğini ve yine bir gazetecinin öldürüldüğü yönünde bölgede gelen kara haberler nedeniyle herkesin elini çabuk tutması gerektiğinin altını çizen iç ve dış barıştan yana aydınlar bu fırsatın da kaçırılmamasından yana..


Öyle ki birinci süreçte kamu çalışanlarına, iş insanlarına hatta okullara zorunlu abone yaptıran feto cemaatine ait basınının, o dönemde attığı manşetleri de unutmadan şimdiki basın ve aydınların yanı sıra kamuoyunun ‘ortam gerilmesin’ diyerek kalbine gömdüğü bu sürecin heba olması halinde ülkeye yazık olacağını ben değil, bugünlerde ailece pek ortalıkta göremediğimiz Cumhurbaşkanının eşi Emine hanım bile söylüyor..


Hem de, muhatap alınmasının kıskançlığı ile mi bilmem ama nefeslerin tutulmasına neden olan ‘ha bugün ha yarın’ açıklama yapması beklenen Öcalan’ın, Ankara’ca bir sabah halkın oyları ile geldikleri görevlerinden çeşitli bahaneler ile alınıp, ‘yerlerine kayyum atanan başkanları zaten istemiyordu. Hatta o aldırıyor’ denerek muhalefetin bu yakasını da yani başta Kılıçdaroğlu-İmamoğlucular olmak üzere tarafların bir birlerine düşmesi ardından soruşturmaya alınan CHP’den sonra benim helvacı hewallerin sardığını düşünüp, hewallere değil, ‘Helvacılara da dikkat’ diyerek yazdığım DEM’de de parti içi ikilik yaratılma çalışıldığının haberlerinin çıktığı şu günlerde..


Ha bu arada dip not: Demirtaş’ın tutuklu bulunduğu Edirne’de toplanan CHP’li başkanların arasında bulunan memleketimin helvacı DEM’liler ile ‘Esenyurt senin Ardahan benim..’ denenerek oluşturulan Kent Uzlaşısı ile 2. kez seçilen başkanının bol kazlı gecelerin yapıldığı, ülkede ve dünyada sorun yokmuş gibi çakır kafalarla halayların çekildiği İstanbul’da yeni bir kaz ziyafetine hazırlandığını ve bizimde hem süreci hem de kazlı, sazlı kaz butlarını olmazsa da katılacakları takibe aldığımızı da buradan belirtirken kazlı, sazlı, keyifli iş adamı denenlerin katılacağı yemekte gelecek fotolarla mektup olmazsa da haberi size vereceğimizi de şimdiden duyuruyayım..

Sevgililer Günü Geride Kaldı..

Bugünkü ikinci süreç gibi 2. yazımı, 14 Şubat Sevgililer gününü ele almak isteyip, yazamadığım düşüncelerime bırakacağım..
Çünkü diğer düşüncelerim ve haberlerimin son günlerde birilerini bir hayli rahatsız ettiğini duyup, öğreniyorum..
Buna neden ise her şeyi toz/pembe görmek isteyenlere var olanları yazıp, yorumlayıp, haber yapmamdan dolayı olduğunu söylesem sanırım çoğunuzun son günlerde yaptığım haber ve yorumları bir kez daha okuyup, anlarsınız, memleket hayrına diyerek anlatmak istediklerimi..


Siyasi ve yerel sorunlardan uzak yazılardan biraz uzak kalmak için ele aldığım bu yazımında yine birilerini (!) rahatız edeceğini bilsem de yazmaya karar verdiğimi yazan biri olanak bugün gecikmelide olsa sevgililer günü yazmayı düşünüp, ertelediğim, 14 Şubat’ta yazılması gereken yazımı yazacağım..


Evet geçtiğimiz günlerde bir sevgililer gününü daha geride bıraktık..
Kiminin benim gibi ancak bir gül alarak sevdiğine gittiği, kiminin ise sevgilisini yanına alıp, bizim dernek ve başkanları gibi kazlı/sazlı olmazsa da eğlendiği, kimilerinin ise çekip, giden sevgili sandıklarını hüzünlenerek andığı bu 14 Şubat günü dünyada da 1 Milyara yakın kadının dans ederek kadına şiddeti kınadığına şahit olduk..


Gelelim sevgiye..
İnsan yaşamında sevginin ne kadar önemli olduğunu anlatmanın faydası var mı bilmem ama bu yaşamın sevgi ve saygı içinde geçmesi insanlara olduğu gibi insan gibi birer canlı olan hayvanlara da mutluluk verdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz..
Sevgiyi his ederken bu hissi çeşitli şekilde anlayan ve yansıtan biz insanların yanı sıra tüm canlıların sevmeye, sevilmeye ne kadar muhtaç olduğunu da yaşamın ağır çarkları içinde geçen günler adına ‘sevgili’ denen anlarda yaşananlardan anlamak daha güzel, bi o kadar da etkili bir duygu..


Evet sevginin, sevilip, sevmenin insan hayatında büyük rol oynadığını kimsenin inkar edemeyeceğini de bilen biri olarak en güzel şeyin, bu her gün bir sevdiğimizi kayıp ettiğimizi öğrendiğimiz kısa hayatı yaşarken önce hayatı, ardından o hayatın penceresinde karşılaştıklarına hep sevgiyle, saygıyla bakmak gerekir..


Çünkü sevginin güzel ve mutlu yaşamın ana kaynağı olduğunu unutmamak ve ona göre davranmak gerekir..