Kadınlar Günü olan 8 Mart’ta kimi alanlarda, kimi ise bunca ekonomik sıkıntının içinde gül, çiçek alma derdindeyken ben de hak, hukuk ve siyasette hep alanlarda olan emekçi ve devrimci kadınlardan biri olan Avukat Ayşen Muştu ile TEMPO TV’nin stüdyosunda, Gazetecilerle Gündem adlı programımızın canlı yayındaydım.

Ve aynı gün, kendisiyle olmasa da fotoğrafı ve sesiyle ilk kez tanıştığım bankacı Sübelya Karadağ ile ve zaman zaman kavga gürültü etsek de küsmeyip, Esad’ı Esed’e çevirip kin beslemeden görüşüp konuşabildiğimiz Avukat Müzeyyen Çiftçi ile günün anlamına değer, güzel bir iki program yaptık.

Aynı gün, canlı olarak sesini dinleyemediğim sanatçı Neslian Örs ile de telefonla “Dünya Kadınlar Günü”nü konuştuğumuz Gazetecilerle Gündem adlı canlı yayın programını yaptığım sırada, bir yandan göz ucuyla önümde duran bilgisayarımdan gelen son dakika haberlerine bakarken, İzmir’de sahneye çıkan İmamoğlu’nun ceketini çıkarıp, yeniden kolları sıvayarak sert bir dille siyasi sahneye davet ettiği, benim gibi yorulmuş ve yaşlanmış Erdoğan’ı düşünüyordum.

Bugün de Göleli kadınlarla uydu üzerinden yayın yapan ulusal TV kanalı TEMPO TV’de canlı olarak yayınlanan Gazetecilerle Gündem adlı programımızı sunmak için yeniden yola çıkmaya hazırlanırken, aslında ülkedeki KOD’lama denilen ama cemaat ve bu cemaatlere yakın oldukları ileri sürülen siyasileri ve “Nazar Değmesin, Okyanus Ötesi’ni Unutsak da Bizim Ardahanlı FETÖ’cüler Nerede?” başlığı ve manşetiyle bir kez daha gündeme taşıdığımız iş insanlarını ve vakıfları ele alacaktım.

Ama benim de bu zor kodları tamamlamak için biraz daha bilgiye ihtiyacım olduğunu anlayınca, bu yazımı bir sonraya bırakıp, Erdoğan ile Demirtaş’ın siyasi kodlarını anlatmaya karar verdim.

Çünkü her saat başında birçok radyo ve TV kanalında yetmedi, cebe kadar düşen internetin minik ekranlarında gördüğümüz AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, yurtdışı dahil çeşitli ziyaretlerde bulunurken, ben de İstanbul’un keşmekeşe dönen trafiğinde aracımın radyosunda ne kadar kanal varsa o gür sesine yakalanıyorum.

Erdoğan’ın, “Yaşandı, bitti… Yaşanmamış say… Unut gitsin…” denen kadın-erkeklerin özel, tüzel, gizli saklı ilişkileri gibi unutulanlar arasında yer alan, yıllar önceki Afrin operasyonundan bu yana öldürülen ve ölenlerin sayılarını bir spiker edasıyla vermesiyle başladığı uzun konuşmalarını dinlerken, ölü sayısı vermesi hariç bazı açıklamalarına da katılmıyor değilim.

Çünkü Erdoğan’ın karşıtı değilim; ancak siyasi görüşüne katılmayıp, kendisine oy vermeyen biri olarak haklıya haklı, haksıza haksız dememem için bir neden yok.

Örneğin, Erdoğan’ın düşüncelerine, inancına, çevresine, gazetesine, bürokratına olan sadakati ve dik duruşu, birçokları gibi benim de hoşuma gitmiyor değil.

Evet, 7 Haziran Genel Seçimleri’nde büyük bir zaferle çıkan ve Erdoğan’a “Seni başkan yaptırmayacağız” diyen Selahattin Demirtaş, 1 Kasım seçimlerinde Öcalan, PKK, Kandil ve sosyalistlerin sarmalamasıyla düşüşe geçti. Oradan da “Sen nasıl bizi dinlemezsin?” denilerek mevcut iktidarın yanı sıra 7 Haziran seçimlerine kadar Erzurum-Erzincan yoluna kadar inen, çukur kazan, Göle’de yaylada çadır açan PKK’nın acımasızlığına bırakıldı.

Ancak, Demirtaş’ın yapamadıklarını, özellikle basın özgürlüğü ve insan hakları konularında eleştirdiğim Erdoğan yapıyor.

Yani, Erbakan gibi, Demirel gibi, başka bir önder, cemaatçi, lider ya da TÜSİAD’a biat etmeyen; kimsenin değil, kendi bildiğini yapan ve bunu yaparken de bazen “Gerektiğinde iki adım geriye, ama sağlam bir adım ileriye…” diyerek dik durmayı beceren Erdoğan, son olarak kendisinden fazla ekranlarda tutulan, Kur’an’da ve dinde olmayanları uydurup, toplumun beynini yıkayan kara cahil hocalara ve mollalara sert çıkmasıyla yine bir dik duruş sergilemiştir.

Çünkü Erdoğan, burada da “Oyum gider” demeden, başta FETÖ olmak üzere ne kadar cemaat varsa yeri geldiğinde birer kullanılmış pabuç gibi kenara atabilmektedir.

Evet, toplumun nabzını çok iyi tutmayı başaran ve “Falan, filan ne der?” demeden bildiği yoldan gitmeye devam eden Erdoğan’ı dinlerken, keşke o dönem Öcalan’dan geldiği ileri sürülen ve “Evet” denmesini isteyen mesajı reddeden, ancak bunu seçmeninden gizleyen ve cezaevine girdikten sonra gereksiz ve işe yaramayan bir zamanda açıklayan Demirtaş da benzer bir duruş sergileyebilseydi.

Gerçi Demirtaş’tan önce, şu günlerde nedense ortalıkta gözükmeyen Ardahanlı hemşehrim, Sarzepli bir dönemin eşbaşkanı Serpil Kemalbay ve diğer birçok mahkûma işkence yapıldığı yönündeki iddiaları da düşünürken, burada Demirtaş’ın ve ekibinin nasıl olup da bildiklerini o dönem okuyamadıklarını da sorgulamaktayım.

Çünkü Kandil’i, PKK’yı, Öcalan’ı değil de kendi düşüncelerini ortaya koyarken, onlardan gelen istekleri hatta emirleri ya “Daha çok oy alabiliriz, biz Türkiye partisi olacağız” diyerek alenen reddetmesi ya da partisinin en alt tabakasına kadar herkese anlatıp, şu an altında kaldığı baskıyı hafifletme adına bildiğini yapması gerekirdi.

Ama o dönemin Demirtaş’ının bunu yapamadığını biliyoruz.

Hâlâ solun önemli bir lideri olarak anılan ve serbest bırakılması istenen Demirtaş’ın görüşlerine ve yönetim şekline katılır ya da katılmazsınız. Ancak, Erdoğan gibi dik duruşuyla tüm solu toparlayabileceğine olan inanç, hâlâ bir şans olarak görülüyor.

O da mevcut muhalefetten kendisinin bile rahatsız olduğunu belirten Erdoğan’ın bir işaretiyle serbest kalacak olan Demirtaş.

Peki, Erdoğan bunu bu süreçte yapar mı?

Vallahi bilmem ama ben siyasi kodlara baktığımda, Erdoğan’ın sanki bunu da yapacak gibi durduğunu görmekteyim.

Çünkü, gerek Ardahan Gazeteciler Cemiyeti, ARSİAD Başkanı, gerek Gazeteci Fakir Yılmaz, gerek Ardahanlı ve gerekse bir seçmen olarak yakından ilgilendiğim 2019 seçimleri öncesi çözdüğüm kodlardan bazıları böyle.

Ve birilerinin batı kentlerinde sahtekârca ve köprüyü geçene kadar yaptıkları Ardahan siyasetiyle palazlanmasının önüne bizzat geçmeye çalıştığım 2019 Genel Seçimleriyle, benim gibi çok yakından ilgilenen ve %51’i bulmak zorunda olan Erdoğan’ın o gün olduğu gibi bugün de Selo’nun işaretine ve Selo’ya yakın oylara ihtiyacı var…