Yıllar önce o mektubu kim yazdı, kim yayınlamadı ve bugün kim yayınladı?

36 Yıla yakındır yaşadıklarımdan, yaşatılanlardan, okuduklarımdan, izlediklerimden edindiğim gözlemlerimi kendi dünya düşüncelerim eşliğinde 'Yazıyorsam Sebebi Var' bu adlı köşemde yazıya döküp, her gün ama her gün günlük, bazen de onca haberi yazdığım aynı gün iki hatta üç köşe yazısı yazan bir gazeteci olarak hiç ama hiç hırsızlık yapmadım desem inanır mısınız bilmem ama hayat denen yaşamım boyunca gerek maddi, manen gerekse yazı yazarken hiç ama hiç hırsızlık denen alçak işi yapmadım, çalmadım..


Beceremedim demiyorum.. Çünkü 4 dinin de ret ettiği hırsızlığa hiç yeltenmedim.. Hakta yemedim, hakkımı da yedirmedim..
Ama  İskenderiye Kütüphanesi'ni, Hindistan'daki Nalanda Kütüphanesi'ni, Almanya'daki Düşes Anna Amalia ve Roma gibi 1879'da yangın sonucu yok olan Birmingham Merkez Kütüphanesini olmazsa da bugün şair olup, kitaplar yazan solcu kardaşım Erbay Kara'nın İl Kültür Müdürü vekili olarak derme çatma olan ve bugün yıkılarak, Kızılay binası olarak betonlaştırılan, matbaamın hemen yanı başında bulunan o tarihi binada bulunan Ardahan Kütüphanesine baktığı sırada onca tarihi eserin alınıp, göle yolu üzerinde yol kenarına, çöpe atıldığı Ardahan'ın kütüphanesini dolduracak olan onca  haber ve yazılarımla nice hırsızı, çalanı, çırpanı, hak yiyeni yerden yere değil, toplum nezdinde yerlerde  süründürürcesine çırptım, kuyruk acısı verdim desem inanın..


56'yı bulan hayatta olduğu gibi gazetecilikte de yapmadığım hırsızlığı yani çal/al/yapıştırla gazetecilikte bile yapmadım. Kaynak olarak aldığım yazıları, haber ve resimleri emek veren sahiplerine saygıyla sahiplendim. Alıntı denen yöntemlerle yeniden alınıp, yayınlanan onca yazıları yazanı, fotoğrafı, görüntüyü çekeni bulup, adını mutlaka yararlandığım yazılarımın içine ekledim, saygı gösterdim. 
Ha bu arada buruşturulup atılan ama üzerinde yazı olan gazeteyi, kağıt parçasını 'emek verilmiş' diyerek çamurun içinde de olsa yerde, çöpte de olsa da aldım. En küçük yazılı notu bile çöpe atmadım, eşim 'Küf yapıyor' deyip, kızsa da gazetelerimi, yazılarımı, okuduklarımı, fotoğrafladıklarımı arşivledim, 'öldükten sonra belki biri daha yararlanır' diyerek matbaamın, evimin dolaplarını doldurdu..


Bunu niye anlattım diyecek olursanız eğer kiminin Bahçeli'nin, kiminin Karslı Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, Behice Boran döneminde iyi bir TİP'li olan rahmetli babamın siyasi dostu Avukat Mehmet Ucum'un süreci dediği yeni barış sürecinin aracısı olan siyasi parti DEM'in Karslı Eş Başkanı Tuncer Bakırhan'ın Öcalan'ın gelip, konuşması istenen mecliste ki grup toplantısında yaptığı konuşmasında okuduğu bir mektubun kim tarafından yazıldığını mektubun son satırına kadar saklayıp, benimde aralarında olduğu dinleyicileri merak ettirip, heyecanlandırırken yıllar önce yani 27 yıl önce yazılan o mektubu gündeme taşıyanın adını vermemesine olan üzüntümdür.


Evet, 'Buldan ve Süreyya'nın, O 'Benim değil milletindir' denen, günlük masrafları ile çok tartışılan ve güvenlik uygulamalarının vazgeçilmezleri olan ve bolca alarmlı detektörlerle donatılan x-ray cihazlı dar holde çekinerek, ellerine aldıkları dosyaları sallaya salaya  gittiği Külye'ye 'O ve diğerleri niye gitmedi, yerinde kayyum atandığını adeta unutan Ahmet Türk niye yoktu?' diye merak edilenler arasında bulunan DEM Eş Başkanı Bakırhan'ın, 'Gazeteci Ertuğrul Özkök'ün bugünkü köşesinde ele aldığı bir mektubu okuyacağım' demesi gerekirken, Özkök'ün adını bile anmaya gerek görmemesi 'emeğe saygılı bir parti' iddiasında olan bir siyasiye yakışmamış olsa da umut hakkı verilecek denen Öcalan'ın gelip, konuşması istenen meclisin kürsüsüne taşıması da bir o kadar önemlidir.


Çünkü erinmeden okuyacağınızı umduğum aşağıda ki mektubu yeniden gündeme taşıyan Gazeteci Ertuğrul Özkök'ün CHP'lilerce adına darbe denen 19 Mart günü gözaltına alınan ve tutuklanan İmamoğlu'nu değil, Demirtaş gibi bir çok siyasinin hapiste olmasını izleyen Erdoğan'ın 27 yıl önce ele aldığı ve bugünleri anlattığını, çok güzel bir gazetecilik örneği ile ortaya koymuş olması, Özkök'ün adı zikredilerek, hatta 'teşekkür' denerek takdir edilmeliydi.
Neyse, 'buda biz gazetecilerin talihsizliğidir' deyip, uzatmadan 27 yıl önce yazılan ve adeta benim zaman zaman yeniden güncelleyip, yayınladığım yazılarıma benzeyen bugünü anlatan Erdoğan'ın o mektubuna dönüp, bir kez de buradan yayınlayıp, okuyalım, dinleyelim derim. 


Çünkü, havuza düşmeden önce başında olduğu Hürriyet' Gazetesinin 'Muhtar bile olamaz' manşetinde imzası olan Özkök'ün o gün görmezden gelip yayınlamadığı, bugün kendi başlarına geldiğinde, hem de dün değil haber olarak, kupür olarak bile değerIendirmediği gibi o ünlü köşesine bile almadığı seslenişi, serzenişi yeniden gündeme taşıdığı o mektup aslında her iki tarafa da yani düne de bugünde çok ama çok şeyler anlattığını ve bu dünyanın etme bulma dünyası olduğunu, 'ne ekersen onu biçersin' sözünü bir kez daha ortaya koyduğunu anlamak ve ders çıkarmak gerek.
Evet, 'Başta ulusalcılar olmak üzere önünde ki engelleri aşarak bu kez kararlıyım, sizde benim kadar kararlı olun..' diyerek Kürt sorununa 3. kez samimice el attığına inanmak istediğimiz Sayın AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan..


Bir zamanlar başında olduğu gazetede Muhafazakârlara samimi solculara, sağcılara ve biz Kürtlere yönelik alçakça manşetler attıran gazetenin Genel Yayın Yönetmeni olan ve ne hikmetse Dündar, Özdil, rahmetli Güneri Civalıoğlu ve Altaylı gibi dokunulmaz gazeteci meslektaşlarımdan olan ve size 'Muhtar bile olamaz..' manşeti gibi kendisine yurdunu terk ettiren ve mezarı Paris'te olan Ahmet Kaya'ya yönelik olarakta şerefsizce, alçakça 'Vay şerefsiz..' manşetini de attıran bugünkü Akit/Vakit'ten aşağı kalmayan dönemin Hürriyet Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Özkök'ün 'Kızım sana diyorum, gelinim sen duy' dercesine yeniden gündeme taşıdığı aşağıda ki mektubu siz mi yazmıştınız?


Hatırlayamadıysanız, 'Ben İstanbul’un seçilmiş belediye başkanıyım..' başlıklı ve yıllar geçse de dün gibi bugün yaşananlar adına çok şeyi anlatan o mektubu bir kez de burada birlikte okuyalım mı? 
Buyurun.. 
İşte, Acı, acı gülümsemeler arasında ' Yoo Deniz Gezmiş değil' denip, kim tarafından yazıldığı son satırına kadar söylenmeyen  dünü ve bugünü anlatan o tarihi mektup..

Ben İstanbul’un seçilmiş belediye başkanıyım..

(*) “Hakkımda verilen bu haksız karara karşı hukuktan doğan bütün haklarımı demokratik ölçüler içinde kullanma kararındayım. Kararlılığım milletime verdiğim sözlerin gereğidir. Çünkü ben İstanbul’un ‘seçilmiş belediye başkanı’ olarak en azından bütün İstanbul halkına karşı sorumluyum. Ve milletime verdiğim sözlere sonuna kadar sadakat göstereceğim.”

"HUKUK SİYASALLAŞTIRILMIŞ YARGI SİYASETE ALET EDİLMİŞTİR"


(*) “Hukukun siyasallaştırılması ve yargının siyasete alet edilmesi demokrasiyi yaralar. Demokrasi, hukuksuz yaşayamaz. Hürriyetlerin kullanılmadığı bir demokrasi düşünülemez. Ve hürriyetler, ancak hukuk yoluyla garanti altına alınabilir. Çünkü hukuksuz bir demokrasi, haksız bir demokrasidir.”
"KARANLIK BİR GÜN YARGIYI ETKİSİ ALTINA ALDI"


(*) “Bugün gelinen noktada, karanlık güç ve iktidar ilişkilerinin şekillendirdiği bürokratik ve idari mekanizmanın, nihayetinde yargıyı da etki alanına almış olması söylediklerimizi bir daha haklı çıkardı.”

"1 MİLYON OYLA SEÇİLDİM, MİLLETİNİ SEVEN HERKES BU GİDİŞATA DUR DEMELİ"


(*) “Türkiye’de bugün gelinen noktada demokrasinin geliştirilmesine ve hürriyetlerin artırılmasına ihtiyaç vardır. Fakat ülkemizde tam tersini gözlüyoruz. Bugün Türkiye, hızla içine kapanmakta ve milletin iradesi görmezden gelinmektedir.”
(*) “Milleti ve ülkesini seven herkes, bu tehlikeli gidişe dur demekle sorumludur. Şimdi vatanseverlik demokrasiye sahip çıkmaktır. Ben İstanbul halkından 1 milyon oy alarak Başkan seçildim.”

"YARGI ARTIK BASKICI BİR REJİMİN ALETİ OLMUŞTUR"


(*) “Ülkemizde demokrasi giderek bir seçim metoduna dönüştürülmektedir. Halbuki demokrasi sadece seçimlerden ibaret değildir; aynı zamanda yargı ve yargıç bağımsızlığı demektir. Eğer bu iki bağımsızlık çiğnenirse demokratik bir görüntü altında baskıcı bir düzen kurulmuş olur.”

 

"SADECE BEN DEĞİL, SANATÇILAR SİYASETÇİLER, GAZETECİLER DE YARGI ÖNÜNE ÇIKIYOR"


(*) “Benim hakkımdaki bu karar tek örnek değildir. Aynı zamanda Türkiye’nin aydınları, fikir adamları, sanatçıları ve başka siyaset adamları da benzer haksız suçlamalarla yargı önüne çıkartılmış ve bazıları mahkum edilmiştir. Oysa bizim de en az gelişmiş ülkenin insanları kadar özgür olmaya hakkımız vardır.”

"ÜLKEMİZİN İNSANI ÖZGÜRCE HAYKIRABİLMELİ, DÜŞÜNCESİNİ AÇIKLAYABİLMELİDİR"


(*) “Benim ülkemin insanı, aziz milletin bütün fertleri, Türkiye’de doğmuş olmanın bir ceza, kötü bir kader olmadığını, kendi haklarının, kendi haysiyetlerinin dünyanın başka yerlerinde doğan insanlardan hiç de az olmadığını özgürce haykırabilmeli ve düşüncesini korkusuzca açıklayabilmelidir.”

"PROVOKASYONA GELMEYECEĞİZ AMA BOYUN DA EĞMEYECEĞİZ"


(*) “Aziz vatan topraklarının her karışında adalet istiyoruz. Bunun için demokratik mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz. Mücadelemizde kuşkusuz provokasyona gelmeyeceğiz. Ama baskıya da boyun eğmeyeceğiz.”


"SEÇİM SANDIKLARINDA KARŞIMIZDA DURAMAYACAKLARINI ANLAYINCA BUNU YAPTILAR"


(*) “Siyasi rakiplerimiz ve kendilerini iyi bilen güç ve çıkar odakları, seçim sandıklarında karşımızda duramayacaklarını, önümüzü kesemeyeceklerini iyiden iyiye anlamış olmalılar ki böyle bir yola başvurdular. Bu odakları ne yazık ki hepimizin ihtiyacı olan hukuku, kendi küçük ve çıkarcı düşüncelerine alet etmekte bir sakınca görmediler.”

"GAYRI AHLAKİ VE HUKUKİ YOLLARLA MİLLİ İRADEYİ YOK ETMEK İSTİYORSUNUZ"


(*) “Bizi insani, ahlaki ve hukuki olmayan yollarla milli iradenin tercihleri arasından silmek isteyen güçler, belediye seçimlerinde kimi aday gösterecekler? Bekleyelim ve görelim. Bu karar neye yarayacak, kimlerin hangi karanlık niyetine hizmet edecek? Tuttukları bu yol yanlış yoldur, çıkmaz sokaktır.
Çünkü adalet, gün gelecek yargıyı siyasallaştıranlara da lazım olacak.
Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur.”

"BANA YAPTIKLARINIZI SİZ KENDİ ÇOCUKLARINIZA İZAH EDEMEZSİNİZ"


(*) “Toplumdaki ortak paydalardan en önemlisi olan adalet duygusunu yaraladığınız zaman, yalnızca haksız mahkumiyetlere yol açmış olamazsınız.
Bu ülkenin vicdanını da yaralamış olursunuz.
(*) “Bu kararı ve düşünce özgürlüğü kapsamındaki diğer yanlış kararları kendi çocuklarınıza izah edemezsiniz.
Yaşadığımız dünyaya izah edemezsiniz.”

 

"BU ADAALETSİZLİĞİ HİÇBİR GÜÇ MEŞRULAŞTIRAMAZ"


(*) “Çünkü, herhangi bir zamanda, herhangi bir kimseye yapılan adaletsizliği; şimdiye kadar hiçbir hukuk anlayışı, hiçbir yönetim, hiçbir güç odağı meşrulaştıramamıştır.”
Benim için değerli olan sizin bu yaptığınız değil milletin vicdanıdır
(*) “Benim için değerli olan milletimin vicdanının sesidir. Siyasetteki yerimi de aziz milletim tayin edecektir.

 

Benin yükselmesini istediğim ses, bu sestir. Ben kendi sesimi milletimin sesine katmak isterim.


"ZORBALIK VE BASKIYA KARŞI ÖZGÜRLÜK VE MİLLET İRADESİ"


(*) “Hakkımda verilen bu haksız karar, demokrasi mücadelemiz için yeni bir milattır. Yeni bir başlangıçtır. Kutlu olsun.”
(*) “Ama bu böyle gitmez, Zira biz, zorbalığa ve baskıya değil, özgürlüğe ve millet iradesine inanıyoruz.”

"MADDİ MANEVİ DEĞERLERİMİZİ YAĞMALAMAK İSTİYORLAR"


(*) “Bana yapılanın sebebi, baskıcı ve totaliter anlayıştır. Bunu sebebi ülkenin maddi manevi değerlerini yağmalama isteğinden gözü dönmüş hukuk ve insani sınır tanımayan mafyatik yapılanmalardır. Fakat tekrar ediyorum: bu yol, yol değildir.”

"ÜLKEMİZİ MUZ CUMHURİYETİ HALİNE GETİRMEK İSTİYORLAR"


(*) “Bütün dünya değişen durumlarla ile uyumlu olmanın yollarını ararken, bizim ülkemizi muz cumhuriyetinin bile gerisine sürüklemek istiyorlar.”
(*) “Hayır, bu ülkeyi dünyanın genel gidişinden sorgulamaya kimsenin gücü yetmeyecektir.”
(*) “Ve bu millet, bu ülkede başı dik, onurlu, ayrıcalıktan uzak ve birinci sınıf vatandaş olarak aydınlık günlerin kardeşlik şarkılarını söyleyecekler.”

"BU CAN BU TENDE OLDUKÇA MİLLETİMİN HAKKINI HUKUKUNU SAVUNMAYA DEVAM EDECEĞİM"


(*) “Bu can bu tende oldukça, haksızlık karşısında susmayacak ve evrensel hukuk kuralları çerçevesinde milletin hukukunu savunmaya devam edeceğim.
Bunu yalnızca kendim için yapmayacağım; adaleti, hepimiz için, bütün Türkiye için arayacağım.
İşte bu yüzden düşünce özgürlüğünü arıyorum. Doğruları söyleyebilme özgürlüğünü arıyorum.
Çeteleşmiş zihniyetin değil, onurlu insanların yönetim anlayışını arıyorum.”

"CUMHURİYETİMİZİN KURUMLARI BÖYLE İNSAFSIZCA YIPRATILMAMALIYDI"


(*) “Büyük bir sevinçle 75. yılını kutladığımız göz bebeğimiz Cumhuriyetimizin kurumları böyle insafsızca yıpratılmamalıydı.
Bu ülke cumhuriyetinin 75. yılını, bu anlamsız yasaklarla, baskılarla, tek tip insan yetiştirme gayretleriyle karşılamamalıydı.
Bu karar yalnızca ülkemizin hukuk anlayışının değil, bütün bir milletin adalet inancının üzerine gölge düşürdü.”

BU SES SİLİVRİ!DEN DEĞİL 27 YIL ÖNCE BAŞKA BİR YERDEN GELDİ


Evet bir yargı darbesi ile Silivri’ye gönderilen İstanbul’un “Seçilmiş Belediye Başkanı” ve Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’ndan gelen demokrasi ve adalet manifestosu sanki değil mi…
Haksızlıklara, adaletsizliğe karşı nasıl canhıraş bir feryat değil mi…
Ama şimdi dikkat.
Bu manifesto gibi adalet ve hukuk çığlığı dün Silivri’den değil, 27 yıl önce Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesinde ziyaretlerin herkese açık olduğu küçük cezaevinden geldi. Ertuğrul Özkök/Gazeteci 

KENDİSİNE YAPILAN YARGI DARBESİNE ERDOĞAN İŞTE BÖYLE HAYKIRMIŞTI


Bu sözler bugün yanı başına yeni ceza evi yapılacağı söylenen Silivri’deki İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ve 400 bine yakın insanla tıka basa dolu olan cezaevlerinde ki tutuklu olan belediye başkanları, Avukat Demirtaş, kadın Yüksekdağ ile Prof. Ümit Özdağ yada yerlerine çifte maaş alan biride benim vali hemşerim olan kayyumların atandığı belediye başkanları gibi halkın oyları ile seçildiği halde hâlâ hapiste olan Hatay Milletvekili Can Atalay gibi hukukçu, siyasilerin değil..


Yüz tarama teknolojisiyle  insanları bulup, gözaltına aldıran ama dediği baltanın bir fotoğrafını, görüntüsünü ortaya koyamadan, 'Balta ile polise saldırdılar.' dedikten sonra da "Toplumsal olaylar karşısında dünyaya örnek oldunuz.." ' diyerek 180. yıl dönümünü kutladığım polisimizi öven eski vali, şimdiki atanmış bakan olan İçişleri ve derslerine gidemeyen öğrencilerden sorumlu Milli Eğitim Bakanının ise hiç değil.. 27 yıl önce, 1998’de yine bir yargı darbesi ile görevinden uzaklaştırılan İstanbul’un o günkü “Seçilmiş belediye başkanı” bugünkü Cumhurbaşkanı ve aralarında Yasaklar olmayacak denen 3 Y ile iktidara gelen AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ait.